Aynı surenin 12. âyetinde, Hz. Lokman'a hikmet verildiğinin beyan edilmesi de bu makamda gayet manidardır. Yani, şirkin her çeşidinden koruma, va'z u nasihat ve terbiye, hikmetle yapılmalı ve ancak hikmetle yapılabilir manasını ihsas etmektedir.
İşte Hz. Lokman'ın bu nasihatlan bilhassa asrımızın şartları muvacehesinde daha çok ehemmiyet arzetmektedir. Şöyle ki:
Hz. Lokman'ın oğluna birinci nasihati;
Allah'a şirk koşmamaktır. Şirk, avamî bir anlayışta olduğu gibi, yalnız Allah'tan başka ilahları kabul etmek değildir. Bu tarz bir anlayış, daha çok geçmiş asırlarda yaygındı. Şimdi ise müsbet ilim perdesi altında, icadı esbaba ve tabiata atfetme şeklinde tezahür eden bir şirk çeşidi vardır ki; hayat ve dünya hâdiselerinin izahı hep Sona İstinad ettirilmektedir. Kur'anda “Hiçbir şeyi Allah'a şerik yapmayınız” mealinde olan (4:36) (6:151) ve emsali âyetlerde; uluhiyette şirk koşmaktan başka, rububiyette, icadatta da tabiat ve esbab şirkleri, hatta Allah'ın gönderdiği ahkâm ile beşerdeki hâkimiyetini ilga ile şahıs veya zümre hâkimiyeti şirklerine kadar şirkin, çok nevileri olduğu hatırlatılarak mü'minler ikaz edilir.
Bir âyette de şöyle buyuruluyor:
«(12:106) وَمَا يُؤْمِنُ أَكْثَرُهُمْ بِاللّهِ إِلاَّ وَهُمْ مُّشْرِكُونَ Ve ekseri Allah'a iman etmez, ancak müşrik olarak ederler. Uluhiyeti büsbütün nefy ü inkâr etmeseler de, açık veya gizli bir şirk karıştırmadan Allah'a da inanmazlar. Hâlis tevhid ile iman etmez, Allah'dan başkasına da ma'budluk payesi verir, masivaya taparlar.» (E.T. 2932)
Bilhassa mekteblerde okutulan fen ilimlerinde, hâdiselerin izahında kullanılan ifade tarzı ve bir kısım mefhumlar dikkat çekicidir ve şirki işmam etmektedir.
Tabiat hâdiseleri anlatılırken sebepler nazara verilip, Müsebbib-ül Esbab olan Allah'tan hiç bahsedilmemesi, şeriat-ı fıtriye-i İlahiye olan tabiattaki kanunlar anlatılırken bu kanunları koyanın söylenmemesi; buna karşılık sebebleri ve birer vücud-u itibariye sahibi mevhum tabiat kanunlarını hakiki müessirmiş gibi gösteren bir tarz-ı ifade kullanılması, masum gençlerin dimağlarına ve ruhlarına -haberleri olmadan esbabperestlik ve tabiatperestlik şirkini telkin etmektedir.
Böyle bir talim ve terbiye şekli içinde yetişen ve hakiki din kültürü ve dinî tefekkürü kazanamamış zavallı gençler ve teslimiyeti zedelenmiş, imanı taklid seviyesinde kalmış avam tabakası, ilim maskesi ile perdelenmiş bu şirk cereyanına karşı dayanamaz.
Bu sebebledir ki; tahkikî imanı kazanmak, asrımızda en mübrem bir ihtiyaç ve zaruret haline gelmiştir. Bu ihtiyaç ve zarureti en iyi şekilde ifade eden Bediüzzaman Hz.nin yazmış olduğu eserler, denilebilir ki bu ihtiyaç ve zarurete tam bir cevab teşkil etmektedir. Üstelik tahkiki iman, bütün ahlâk ve faziletin temel kaynağıdır. Şu halde bir İslâm terbiyecisinin ve özellikle de ebeveynin terbiyede en mühim vazifesi, mezkûr âyete binaen, tahkikî imanı ders verip müsbet telkinatta bulunmaktır.