Hadîs-i Şerîfde vardır: “Gözlerinize ibâdetten nasîbini veriniz.” Sahâbeler dediler ki:
— Gözlerin nasîbi nedir, ey Allah’ın Resûlü?
Resûlullah (asm): “Mushaf’a bakmak, ondakileri düşünmek ve inceliklerinden ibret almaktır.”
Umdetü’l-Kari’, 9/336
Kur’ân, Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın kelâmıdır. Her hakikati, her sûresi, her âyeti ile bir mûcizeler deryasıdır. Öyle ki Kur’ân, büyük kâinât kitâbının ebedî tercümesidir âdetâ.
Allah’ın “Kudret” kalemiyle yazdığı kâinât kitâbı nasıl ki; zerreden şemse, sinek kanadından tâ semâvât kandillerine kadar istisnâsız bütün tekvînî âyetleriyle; israfsız, yerli yerinde, akılları hayrette bırakacak hârikulâde ve acîb san‘atlarıyla ve ma‘nîdar nakışlarıyla kâinâtın yaratıcısının bütün mükemmel sıfatlarıyla varlığına ve birliğine delâlet eder.
Öyle de “Kelâm” sıfatından tecellî eden Kur’ân-ı Azîmü’ş-şân dahi herbir sûresiyle, herbir âyetiyle, herbir kelimesi, hattâ herbir harfiyle pek çok ma‘nâ ve hikmetlere; müteaddid i‘câz vecihleri ve lem‘alarıyla nihâyetsiz kudsî sırlara ve şâyân-ı hayret yüksek manalara işâret eder ve tüm bu delaletler ayrı ayrı ve hep beraber Kur’ân’ın Kelâmullah olduğunu isbat ederler.
Beyânı mu‘cize olan Kur’ân’ın her insan tabakasına ve her asra bakan bir i’câzı vardır. Her insan, o mu‘cizeler menbaı kitapta, kendi nazarına, mesleğine, meşrebine, ilmine göre farklı farklı mu‘cizeler müşâhede edebilir. Kur’ân’ın i‘câzı o kadar farklı ve çeşitlidir ki, ehl-i ma‘rifet bir velî ile ehl-i aşk bir velînin Kur’ân’dan anladıkları i‘câz aynı değildir.
Hem Kur’ân-ı Kerîm ma‘nâ cihetiyle mu‘cize olduğu gibi, lâfız cihetiyle de mu‘cizedir.
Meselâ, “Kulaklı tabaka ta‘bîr ettiğimiz âmî avam, yalnız kulakla Kur’ân’ı dinler, kulak vâsıtasıyla i‘câzını anlar. Yani der: ‘Şu işittiğim Kur’ân, başka kitablara benzemiyor. Ya bütününün altında olacak veya bütününün fevkinde olacaktır.’ Umûmun altındaki şık ise, kimse diyemez ve diyememiş, şeytan dahi diyemez. Öyle ise, umûmun fevkindedir.”
Aynen bunun gibi, Kur’ân-ı Kerîm’in “gözlü tabaka”ya bakan i’câz vechi de vardır. Yani sâdece gözü ile bakan, Kur’ân’ın deryâ gibi hakikatlerine akıl, fikir ve kalbini çevirmeyen bir ferd dahi onun nakş-ı hattını, yazılış şeklini gördüğünde diyecektir ki: “Bu, fikr-i beşer düşünüşü değildir!” Ve diyorlar, çok şâhitleri var!
Büyük hattatlarımızdan Kayışzâde Hâfız Osman Nûri Efendi’nin (vefâtı, hicrî 1311), sayfalar için en uzun âyet olan Müdâyene âyetini (2/282), satırlar için ise en kısa sûre olan Kevser ve İhlâs Sûrelerini ölçü kabûl ederek yazdığı Kur’ân nüshasında, farklı uzunluklarda o kadar âyetler bulunmasına rağmen, her sahîfe harikul’âde bir güzellikle âyetle başlayıp âyetle bitmektedir. Sayfaların bu şekilde, yani “âyet berkenar” tabir edilen “güzel ve muvâfık hâtimelerle” sona ermesi, elbette tesâdüfen olamaz.
Beşer tâkatinin fevkindeki bu nizam ve intizam, açıkça bir kasıd ve bir irâdeyi gösteriyor. Mâdem bu güzellik, Kur’ân’ın âyet ve sûrelerinin mikyâsıyla olmuştur, o hatta ne kadar meziyetler varsa, doğrudan doğruya Kur’ân’a âiddir.
Bedîüzzaman Saîd Nursî Hazretleri (1876-1960) ise, Kur’ân’ın sâdece sahîfelerinin değil, harflerinin dahi bir tertib içinde olduğuna ve Kur’ân’ın nakş-ı hattında onun Kelâmullah olduğuna kuvvetli bir delîl olan “tevâfuk” bulunduğuna dikkat çeker ve bunu talebelerine yazdıracağı bir Kur’an ile göstermek ister.
“Marîz bir asrın, hasta bir unsurun, alîl bir uzvun reçetesi; ittiba’-ı Kur’andır.”
Hakîkat Çekirdekleri
TEVAFUK NEDİR?
“Tevâfuk”, lügatte birbirine denk gelme, latîfâne bir âhenkle uyum içinde olma ma‘nâlarını taşır. Herşeyde, ister küllî, ister cüz’î olsun; bir kasıd ve bir irâdenin cilvesi vardır. Yani, Allah dilemedikçe hiçbir şey olmaz. Bütün bunlar gösterir ki: “Kâinâtta tesâdüf, hakiki olarak yoktur!” Esâsen bütün ilimler, kâinâttaki bu hârika nizâmın düsturları, esaslarıdırlar. Bütün bu hakikatler, tevâfuka, yani herşeyin birbirine denk gelip bir nizam ve uygunluk içinde oluşunun ma‘nâsına işâret ederler.
En küçük fertleriyle dahi bir bütünlük ve birliği muhâfaza ederek uyum içinde olma hâdisesi, yani tevâfukat; bir kelime-i vâhide (tek kelime) hükmünde olan ve âyetleri birbirine bakan Kur’ân-ı Hakîm’de dahi hârika bir sûrette vardır.
Bedîüzzaman Saîd Nursî Hazretleri, aklı gözüne inmiş ve maddiyyûnluk belâsıyla, göremediği her şeyden şübhe eder hâle gelmiş bu asrın insanına Kur’ân’ın hattında mevcut bu latîf i‘câzı göstermek gayesiyle, önde gelen on âlim talebesine üçer Kur’ân cüzü verir ve onlardan Kur’ân’da zaten var olan ‘tevâfuk’ özelliğini ortaya çıkarmalarını ister.
Bunu yaparken on beş satırlı âyet berkenar Hafız Osman hattı Kur’ân-ı Kerîm’i esas almalarını ve tam bir ihlâsla hareket edip, irâde ve ihtiyarlarını karıştırmamalarını söyler ve şöyle ihtarda bulunur:
“İhtiyarınızı karıştırmayın! Varı yok etmeyin!”
En yakın talebesi olan Ahmed Husrev Efendi ile birlikte Hâfız Ali, Hoca Hâlid, Muallim Gâlib, Hoca Sabri, Hâfız Zühdü, Tığlı Hakkı, Şâmlı Hâfız Tevfîk gibi, çoğu ya hâfız, ya hoca, ya da hatt-ı Arabî muallimi olan talebeleri ‘Tevâfuklu Kur’ân’ın yazılması hizmetinde namzet olurlar. Ve yazdıkları cüzleri üstadlarına teslim ederler. Bedîüzzaman Hazretleri uzun uzun tetkîkden sonra netîceyi şöyle beyân eder:
“Tevâfuk, Husrev’in tarzındadır. Onun için Husrev’in bir mahâreti varsa tevâfuku bozmamış. Tavsiye etmiştim ki, kimse mahâretini karıştırmasın! Demek en büyük mahâret odur ki, tevâfuku bozmasın! Çünki tevâfuk, var.”
Zira bu nüshada, Kur’ân-ı Kerîm’deki 2806 aded “Allah” lâfzının hepsi, ya bir sahîfe içinde alt alta veya karşılıklı sahîfelerde yüz yüze ya da daha öteki sahîfedekilerle sırt sırta gelerek, hârika bir sûrette birbirine denk gelmekte, yani husûsî ta‘bîriyle tevâfuk etmektedirler.
Kezâ; aynı fiil kökünden gelen, ma‘nâ i‘tibâriyle aynı olan, ya da birbirinin ma‘nâsını te’yîd eden, ma‘nîdâr ve hikmetli çok kelimeler de hoş bir âhenkle birbirine tevâfuk etmektedirler.
Tevâfuk Ahmed Husrev Altınbaşak Hazretleri’nin kaleminde öyle hârikulâde bir tarzda tezâhür eder ki, Üstâdının ifâdesiyle: “Akıl anlasa, ‘Sübhânallah’; kalb derk etse, ‘Bârekallah’; göz görse, ‘Mâşâallah’diyecektir.”
Evet, Tevâfuklu Kur’ân-ı Kerîm’in kâtibi artık bellidir: Ahmed Husrev Altınbaşak!
Bedîüzzamân Hazretleri onun kaleminden memnûniyetini muhtelif mektûblarında şöyle beyân eder:
“Azîz, sıddîk, mübârek, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân’ın bir vech-i i’câzını hârika kalemiyle gösteren ve mütemâdiyen defter-i hasenâtına, o yazdığı Kur’ânları okuyanların sevâbları yazılan kıymetdâr Husrev!”
“Amelinizde rıza-yı İlahî olmalı. Eğer o razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok. Eğer o kabul etse, bütün halk reddetse tesiri yok. O razı olduktan ve kabul ettikten sonra, isterse ve hikmeti iktiza ederse, sizler istemek talebinde olmadığınız halde, halklara da kabul ettirir, onları da razı eder.”
Lem’alar