Mİ’YAR-I HAKİKAT
Abdullah Aymaz kardeşimizden mailimize bir yazı intikal etmiş. Yazı: “Eflatunları,Dekartları ve Teftazanileri geçecekler.” başlıklıdır. Bu başlık, hz. Üstad Bediüzzamanın 1908 Temmuzunda “ Hürriyete Hitap” ismiyle iradeylediği nutkundan bir cümledir. Lakin Aymaz hoca bu cümlenin yarısını almış, yani yine kendiliğinden onda bir tasarruf yapmış… Cümlenin tamamı: “…Eflatunları ve İbn-ü Sinaları ve Bismarkları ve Dekartları ve Teftazanileri inşallah geri bırakacak.” şeklindedir.
A.Aymaz hoca hz. Üstadın ifadesinden iktibasen aldığı bu makaleyi- tahmin ediyorum- bizim “ Tedirgin eden bir müessif hal” başlıklı yazımıza karşı bir cevap gibi yazmıştır. Çünkü o yazımızda, hem sadeleştirmenin gayr-i meşruluğunu,hem de Bediüzzaman hazretlerinin ahirzaman sahibi olarak, onun mahza ilham-ı Rabbani ile koymuş olduğu kaide ve metodlarının kıyamete kadar geçerli yol işaretleri olacağını ispatlamışızdır.
A. Aymaz hocanın bu makalesinden birkaç sehivlerini ( bir-iki yönden ) göstermek istiyorum:
1. Asya ve Rumeli tarlasının verdiği ve vereceği çok şübban-ı vatan, (vatan gençlerini) Eflatunu, İbn-i Sinayı ve Dekart’ı ulaşıp geri bırakması mümkün ve vaki olduğu halde, ama ahirzamanın sahibi olan hazret-i Bediüzzamana’a yetişip geri bırakmaları asla mümkün değildir ve olamaz. Zaman ve zeminin icaplarına göre İslami hizmetlerin teferruat kısmının icrasını değişik yöntemlerle sevku idaresi mümkün olsa da.. Ancak Serap’a temel kaide ve asıl hakikat olan Risale-i Nurlara dayandırılmasının tehakkuku sabit olduğu takdirde… Bunun aksinin iddia eden varsa, kuru bir hülyaya saplanıp kalmış kimseler demektirler.
Evet, nasıl ki ümmetin hiçbir ferdi, peygamber-i zişanı ulaşıp geçmesi mümkün değildir… Öylede: ahir zaman sahibinin ( asli mahiyet ve hüviyetini müdrik olanların) Şehrah-ı vusulünü ulaşıpta geçmesi veya daha müstakim ve daha kısa ve hakikat zeminiyle tam müttesil gayr-ı müttezebzib bir yol bulması- ona müstenid olmaksızın – mümkün değildir. Çok değişik yol ve yöntemlerin olabilmesi mümkinattandır. Ancak pek çok tecrübelerle görülmüştür ki; kendi his ve kafasıyla çığır açanların, yani doğrudan doğruya sahib-i ahir zamanın şehrah-ı usulüne tam uyum sağlamamış kimselerin söz, fiil, ve davranışları dahilde hep ihtilaflı toz-duman koparmışlardır…
Bunlar bir söz söylerler, o söz, birkaç tane dinsiz, ırkçı kısmen de farmason kimselerin hoşlarına zahiren gitmiş olabilir gibi görünür. Lakin umum Müslüman halkın hissiyat-i zahiriyelerine ters düştüğü için, pek çok itiraz ve şikâyetlerinin celbine medar olduğu görülmüştür.
2. A.Aymaz hoca bediüzzaman hazretlerinin mezkûr nutkundan bazı cümle ve kelimelerini alırken, asıl metindeki ifadeyi almıyor. Yine sadeleştirme veya tahrifli tercüme usulüyle alıyor. Oysaki bunlarda büyük sehiv ve hatalar olmuş. Misal için bazı örnekler:
Birincisi: Hz. Üstad nutkun başında: “Dağ meyvesi acı da olsa devadır, amma hazmı sakil” diye yazmış. Aymaz hoca ise “ ama hazmı zordur” şeklinde kaydetmiştir. “ sakil ” kelimesini “ zor ” diye yazmış. Hz. Üstad “ hazmı ağır diyor, Aymaz hoca ise “ hazmı zordur” demiş. Yani yazar: “bu bir mealdir” demeden, kelimenin asli tercümesini yapmadan keyfine göre bir tasarruf yapmış.
İkincisi: Hz. Üstad yine aynı nutkun başında : “Birinci tecrübe, birinci inşa, birinci nutuk olduğundan, noksan ve ığlakı tabiidir.” dediği halde, Aymaz hoca ise : “Birinci tecrübe, birinci nutuk olduğundan, noksan ve muğlâk tarafının olması normaldir” diye karalamış. Yani, üstadın cümlesinin bir kelimesini atladığı gibi, içine “ tarafının” ve “normaldir” kelimelerini de ilave etmiştir. Oysaki hz. Üstadın öz ifadesinde: “ noksan ve ığlakı tabiidir” demiş. Tercümesi eğer caiz ise, şöyle olabilir: “ Bu nutkum, birinci tecrübe, birinci söz söyleme sanatı ve birinci nutuk olduğu için eksiklik ve düğümlüğü fıtridir, âdetidir.”
Yani: hakikaten A. Aymaz gibi zatların bu gibi tasarruflara girişmelerine ve ismini de “ sadeleştirme” koymalarına dair cesaretlerine şaşmamak elden gelmiyor. Bediüzzaman hazretlerinin âli üsluptaki belağatlı, ahenkli, tesirli ve nurlu kelimatını, sıradan birisinin sözleri imiş gibi; ( tefsir değil, meal değil tahşiye değil) tasarruflarla basit kelimelere indirmek, hakikaten teaccub edilecek bir husustur.
Üçüncüsü: Yapılmış yanlış tasarrufların en yakışıksız olanı budur ki; hazret-i Üstad, nutkunun baş taraflarında derceylediği şu rana ifadelere bakalım: [Asyanın ve Rumelinin köşelerinde medfun olan medeniyet-i kadime hayata başlamış ve menfaatini mazarret-i umumiyede arayan ve istibdadı arz u edenler “YA LEYLETENİ KÜNTÜ TÜRABEN “demeye başladılar…
Aymaz hocamız ise, bu cümlenin son kelimelerini şöyle almış: “ … Menfaatini (ferdi çıkarını) umumun zararında arayanlar, “ Keşke toprak olsaydım” Ayetini okumaya başladılar.”
Bakınız, bu değiştirmede Hz. Üstadın muradına muğayır şeyler var, onun kastedemediği manalar yerleştirilmiş… Şöyle: Üstad, ayetin iktibaslı bir manasını alarak diyor ki: menfaatını umumun zarar görmesinde arayanlar… Ah! Keşke toprak olsaydım demeye başladılar… Hoca Aymaz ise, hocalığı tutarak: “ keşke toprak olsaydım” ayetini okumaya başladılar diyor. “Mazzarat-ı umumiye” ise umumun zarara uğraması demektir. “Kadim” kelimesi ise, eskide yaşanmış manasındadır
İşte buna göre, bu zatların sadeleştirme dedikleri şeylerin mahiyeti benzeri şeylerden ibarettir. A. Aymaz’ın sadece bu yazsında , ibret numunesi çok şeyler gösterebilirdik. Ama şimdilik bu işaretle iktifa ediyor keyfiyeti NUR okuyucularının takdirlerine bırakıyoruz. Hoşça kalın.
12 MART 2008
Abdülkadir BADILLI