Ehl-i tarîkat ve hakikatca müttefekun aleyh bir esas var ki: Tarîk-ı Hakda sülûk eden bir insan nefs-i emmaresinin enaniyetini ve serkeşliğini kırmak için lâzım gelir ki: Nazarını nefsinden kaldırıp şeyhine hasr-ı nazar ede ede tâ fenâfişşeyh hükmüne gelir. "Ben" dediği vakit, şeyhinin hissiyatiyle konuşur ve hâkeza.. tâ fenâfirresûl, fenâfillâha kadar gider. Meselâ: Nasılki, gayet fedakâr ve sadık bir hizmetkâr, bir yaver, efendisinin hissiyatiyle güya kendisi kendisinin efendisidir ve padişahıdır gibi konuşur. "Ben böyle istiyorum" der; yâni "Benim seyyidim, üstadım, sultanım böyle istiyor." Çünki kendini unutmuş, yalnız onu düşünüyor, "Böyle emrediyor " der. Öyle de Gavs-ı Geylânî, o hârika kasidesinin tazammun ettiği ezvâk-ı fevkalâde, Hazret-i Şeyhin sırr-ı azîm-i Ehl-i Beytin irsiyetiyle Âl-i Beytin şahs-ı mânevîsinin makamı noktasında ve Zât-ı Ahmediye (Aleyhissalâtü Vesselâm)'ın verasetiyle Hakikat-ı Muhammediyesinde (A.S.M.) kendini gördüğü gibi, fenâ-yı mutlak ile Cenâb-ı Hakkın tecelli-i zâtîsine mazhariyet noktasında, kasidesinde o sözleri söylemiş. Onun gibi olmayan ve o makama yetişmiyen onu söyliyemez, söylese mes'uldür.
(Sikke-i Tasdik-i Gaybi - 149)