Kıyamet alâmetleri denilen bu amansız âfet ve emsalsiz belânın mânâsı çok şamil ve musibeti çok çeşitli olmasından, bu fitnenin başlangıç ve sonu hususunda Kur’andan yaptığı cifrî istihraçlarıyla bazı işaretleri Bediüzzaman Hazretleri şöyle kaydeder:
“İnsanların, hususan Müslümanların bu teselsül eden helâketleri ve hasaretleri ne vakitten başladı, ne vakte kadar devam eder?” hatıra geldi.
Birden, her müşkülümü halleden Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyan Sûre-i Ve’l-Asri’yi karşıma çıkardı. Dedi:
“- Bak.”
-Baktım. Her asra hitap ettiği gibi, bu asrımıza daha ziyade bakan
إِنَّ الْإِنسَانَ لَفِي خُسْرٍ * وَالْعَصْرِ (*) âyetindeki إِنَّ الْإِنسَانَ لَفِي خُسْرٍ (şedde ve tenvin sayılır) makam-ı cifrîsi bin üç yüz yirmi dört edip (1908),
Hürriyet inkılâbıyla başlayan;
• tebeddül-ü saltanat ve (1909)
• Balkan ve İtalyan harpleri ve (1911-12)
• Birinci Harb-i Umumî mağlûbiyetleri ve (1914-1918)
• dehşetli muahedeleri ve (1920)
• şeair-i İslâmiyenin sarsılmaları ve (1923….)
• bu memleketin zelzeleleri ve yangınları ve (1939..)
• İkinci Harb-i Umumînin zemin yüzünde fırtınaları (1939-1945..)
gibi, semavî ve arzî musibetlerle hasâret-i insaniyeyle إِنَّ الْإِنسَانَ لَفِي خُسْرٍ âyetinin bu asra dahi bir hakikati, maddeten aynı tarihiyle gösterip, bir lem’a-i i’câzını gösteriyor.
إِلاَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ (**) âhirdeki ت , ه sayılır.
Şedde sayılır ise, makam-ı cifrîsi bin üç yüz elli sekiz (1942) olan bu senenin ve gelecek senenin aynı tarihini göstermekle o hasâretlerden, bâhusus mânevî hasâretlerden kurtulmanın çare-i yegânesi iman ve a’mâl-i saliha olduğu gibi ve mefhum-u muhalifiyle, o hasâretin de sebeb-i yegânesi küfür ve küfran, şükürsüzlük, yani imansızlık, fısk ve sefahet olduğunu gösterdi.
Sûre-i Ve’l-Asri’nin azametini ve kudsiyetini ve kısalığıyla beraber gayet geniş ve uzun hakaikin hazinesi olduğunu tasdik ederek Cenab-ı Hakka şükrettik.
Evet, âlem-i İslâmın, bu asrın en büyük hasâreti olan bu dehşetli İkinci Harb-i Umumîden kurtulmasının sebebi, Kur’ân’dan gelen iman ve a’mâl-i saliha olduğu gibi; fakirlere gelen acı, açlık ve kahtın sebebi dahi, orucun tatlı açlığını çekmedikleri ve zenginlere gelen hasâret ve zayiatın sebebi de, zekât yerinde ihtikâr etmeleridir. Ve Anadolu’nun bir meydan-ı harp olmamasının sebebi, إِلاَّ الَّذِينَ آمَنُوا kelime-i kudsiyesinin hakikatini fevkalâde bir surette yüz bin insanın kalblerine tahkikî bir tarzda ders veren Risale-i Nur olduğunu, pek çok emareler ve şakirtlerinden binler ehl-i hakikat ve dikkatin kanaatleri ispat eder.
Ezcümle: Emarelerden biri, Risale-i Nur’a sıkıntı veren, veyahut hizmetinden çekilen pek çok adamların tokat yemeleri gibi, bu sene, bu memleketin etrafında umumî bir tarzda Risale-i Nur’un intişarına sıkıntı verip şimdiki bir nevi tevakkuf devresi vermek hatâsıyla, şimdiki umumî sıkıntının bir sebebi olduğunu göstermesidir.
(*) (Asr Sûresi, 103:1-2.)
(**) (Asr Sûresi, 103:3)
Sûre-i Ve’l-Asr’in dağ meyvesi namındaki nüktesine bir haşiyedir.
الصَّالِحَاتِ deki ت , âhirdeki "ta"lar ekseriyetçe vakfa rast gelmesiyle cifirce ه sayılabilir, إِلاَّ beraberdir. Bu noktada (1358) bu zamanımızı gösterir. Ve telaffuzca ه okunmadığından ت kalabilir.
Bu noktadan, şeddeler sayılmazsa ve إِلاَّ beraber değil, ikiyüz küsur sene zamana kadar iman ve amel-i sâlih ile beraber bir taife-i azîme, hasarat-ı azîmeye karşı mücahedeye devam edeceğine işaret edip, Fatiha'nın âhirinde صِرَاطَ الَّذِينَ أَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ (*) bin beşyüz kırkyedi (1547) veya bin beşyüz yetmişyedi (1577) gösterdiği zamana;
hem لاَ تَزَالُ طَائِفَةٌ مِنْ اُمَّتِى ظَاهِرِينَ عَلَى الْحَقِّ حَتَّى يَاْتِىَ اللَّهُ بِاَمْرِه (**) birinci cümle, bin beşyüz (1500) makamıyla âhirzamanda bir taife-i mücahidînin son zamanlarına; ve ikinci cümle bin beşyüzaltı (1506) makamıyla, galibane mücahedenin tarihine; ve üçüncü cümle bin beşyüz kırkbeş (1545) makamıyla pek az bir farkla, hem Fatiha'nın, hem Ve-l'Asrı Suresi'nin iki cümlesinin gaybî işaretlerine işaret edip, tevafuk eder.
Demek bu hadîs-i şerifin üç cümlesinden herbirisi, bin beşyüz tarihine ve mücahedenin ne kadar devam edeceğine dair işaretlerine, aynen bu اَلَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ şedde sayılmazsa, bin beşyüz altmışbir (1561) makamıyla, hem وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ (şedde sayılır fakat بِالصَّبْرِ lâmdır) bin beşyüz altmış (1560) makamıyla iştirak edip, o taife-i azîmenin mücahedatları ne kadar devam edeceğini mana-yı işarî ve cifrî ile gösterirler. Ve Fatiha ve hadîsin irae ettikleri tarihe, makam-ı ebcedleriyle takarrüb edip, farklı bir derece tevafuk ederler ve manalarıyla da tam tetabuk ederek, parlak bir lem'a-i i'caziye-i gaybiyeyi gösteriyorlar.» (Kastamonu Lâhikası sh: 204)
(**) Buhari, İ’tisam: 10; Müslim, İman: 247, İmâre: 170, 173, 174; Ebû Dâvud, Fiten: 1; Tirmizî, Fiten: 27, 51; İbn-i Mâce, Mukaddime: 1, Fiten: 9; Müsned, 5:34,269, 278, 279; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:449-450, 550.
(*) (Fâtiha Sûresi, 1:7.)
Mugayyebat-ı hamseden olan kıyametin vakti ve Nurcular taifesinin ne zamana kadar devam edeceği mevzuunda Bediüzzaman Hazretlerinin yazdığı bir mektub:
«Ahirzamandan haber veren mühim bir hadis
لاَ تَزَالُ طَائِفَةٌ مِنْ اُمَّتِى ظَاهِرِينَ عَلَى الْحَقِّ حَتَّى يَاْتِىَ اللَّهُ بِاَمْرِه
Ramazan-ı Şerifte onuncu günün ikinci saatinde birden bu hadis-i şerif hatırıma geldi. Belki, Risale-i Nur şakirtlerinin taifesi ne kadar devam edeceğini düşündüğüme binaen ihtar edildi.
لاَ تَزَالُ طَائِفَةٌ مِنْ اُمَّتِى —şedde sayılır, tenvin sayılmaz—fıkrasının makam-ı cifrîsi 1542 ederek nihayet devamına ima eder. لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللّهُ
ظَاهِرِينَ عَلَى الْحَقِّ —şedde sayılır—fıkrası dahi, makam-ı cifrîsi 1506 edip, bu tarihe kadar zahir ve âşikârâne, belki galibane, sonra tâ ’42’ye kadar gizli ve mağlûbiyet içinde vazife-i tenviriyesine devam edeceğine remze yakın ima eder.
لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللّهُ وَالْعِلْمُ عِنْدَاللَّهِ
حَتَّى يَاْتِىَ اللَّهُ بِاَمْرِه -şedde sayılır- fıkrası dahi, makam-ı cifrîsi 1545 olup kâfirin başında kıyâmet kopmasına ima eder. لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللّهُ
Câ-yı dikkat ve hayrettir ki, üç fıkra bil’ittifak bin beş yüz tarihini göstermeleriyle beraber, tam tamına mânidar, mâkul ve hikmetli bir surette 1506’dan tâ ’42’ye, tâ ’45’e kadar üç inkılâb-ı azîmin ayrı ayrı zamanlarına tetabuk ve tevafuklarıdır.
Bu imalar gerçi yalnız birer tevafuk olduğundan delil olmaz ve kuvvetli değil; fakat birden ihtar edilmesi bana kanaat verdi. Hem kıyametin vaktini kat’î tarzda kimse bilmez; fakat, böyle îmalarla bir nevî kanaat, bir galip ihtimal gelebilir. Fatiha’da sırât-ı müstakîm ashabının tâife-i kübrâsını târif eden الَّذِينَ أَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ fıkrası, şeddesiz 1506 veya 1507 ederek, tam tamına ظَاهِرِينَ عَلَى الْحَقِّ fıkrasının makamına tevafuku ve mânâsına tetabuku ve şedde sayılsa لاَ تَزَالُ طَائِفَةٌ مِنْ اُمَّتِى fıkrasına üç mânidar farkla tam muvafakatı ve mânen mutabakatı, bu hadisin imasını teyid edip remiz derecesine çıkarıyor. Ve müteaddit âyât-ı Kur’âniyede sırât-ı müstakîm kelimesi, bir mânâ-yı remziyle Risaletü’n-Nur’a mânâca ve cifirce ima etmesi remze yakın bir ima ile, Risaletü’n-Nur şakirtlerinin taifesi, âhirzamanda o taife-i kübrâ-i âzamın âhirlerinde bir hizb-i makbul olacağını işâret eder diye def’aten birden ihtar edildi.
لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللّهُ وَالْعِلْمُ عِنْدَاللَّهِ » (Kastamonu Lâhikası sh: 27)
«Rivayette var ki: “Âhirzamanda, Allah Allah diyecek kalmaz.” (*) لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللّهُ
Bunun bir te’vili şu olmak gerektir ki:
“Allah! Allah! Allah! deyip zikreden tekyeler, zikirhaneler, medreseler kapanacak ve ezan ve kamet gibi şeairde ismullah yerine başka isim konulacak” demektir.
Yoksa umum insanlar küfr-ü mutlaka düşecekler demek değildir. Çünki Allah’ı inkâr etmek, kâinatı inkâr etmek kadar akıldan uzaktır. Umum değil, belki ekser insanlarda dahi vukuunu akıl kabul etmez. Kâfirler Allah’ı inkâr etmiyorlar, yalnız sıfatında hata ediyorlar.
Diğer bir te’vili şudur ki:
Kıyamet kopmasının dehşetini görmemek için, mü’minlerin ruhları bir parça evvel kabzedilir; kıyamet, kâfirlerin başlarında patlar.» (Şualar sh: 584) (*)Sahih-i Buhari Muhtasarı hadîs:2114 ve S.Müslim cilt:1 sh:195 hadîs: 234 ve Tirmizî fiten/35 hadîs: 2217 ve Kenz-ül Ummal cilt: 14 hadîs: 3485