NUR DERSi - NUR DERSLERi
|
EN SON PAYLAŞILAN KONULAR
|
Konu |
Yazan |
GöndermeTarihi |
|
| Ptsi Mart 16, 2009 11:19 am
|
|
| Ptsi Mart 16, 2009 11:19 am
|
|
| Paz Mart 15, 2009 2:38 pm
|
|
| Cuma Mart 13, 2009 1:54 pm
|
|
| Cuma Mart 13, 2009 1:52 pm
|
|
| Cuma Mart 13, 2009 1:50 pm
|
|
| Perş. Mart 12, 2009 7:30 pm
|
|
| Perş. Mart 12, 2009 11:55 am
|
|
| Perş. Mart 12, 2009 11:53 am
|
|
| Perş. Mart 12, 2009 10:53 am
|
|
| Salı Mart 10, 2009 11:46 am
|
|
| Paz Mart 08, 2009 10:41 pm
|
|
| C.tesi Mart 07, 2009 4:18 pm
|
|
| Perş. Mart 05, 2009 1:29 pm
|
|
| Perş. Mart 05, 2009 1:21 pm
|
|
| Perş. Mart 05, 2009 11:12 am
|
|
| Perş. Mart 05, 2009 12:34 am
|
|
| Perş. Mart 05, 2009 12:32 am
|
|
| Perş. Mart 05, 2009 12:32 am
|
|
| Perş. Mart 05, 2009 12:31 am
|
|
| Perş. Mart 05, 2009 12:31 am
|
|
| Perş. Mart 05, 2009 12:28 am
|
|
| Perş. Mart 05, 2009 12:28 am
|
|
| Perş. Mart 05, 2009 12:27 am
|
|
| Perş. Mart 05, 2009 12:27 am
|
|
| ŞEYH SAİD HADİSESİ HAKKINDA DIR | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
İsRa.. GaYYuR
Mesaj Sayısı : 258 Kayıt tarihi : 30/01/09
| Konu: ŞEYH SAİD HADİSESİ HAKKINDA DIR C.tesi Ocak 31, 2009 9:08 pm | |
| Şeyh Said Hareketi Kör Hüseyin Paşa ve Üstâd Bediüzzaman (Sene 1924) 1924 yılının sonbahar mevsiminin son aylarıydı. Üstâd Hazretleri dağdaki hayatını aynı minval üzere inziva içinde tesbih ve münacatlarla sürdürmekteydi. Yalnız cuma günleri, daimi adeti üzere namaz için Van’a iner, Cuma namazını eda eder, tekrar yine dağa dönerdi. O sıralarda Şeyh Said hareketinin ön çalışmaları başlamıştı. Bu harekete din adına katılıp katılmama hususunda istişare için Üstâd Hazretleri’ne bir çok müracaatlar vaki’ olmaktaydı. Hazret i Üstâd, 1913 yıllarında İttihadçıların Hürriyet mefhumunu yanlış bir uygulama ile, istedikleri şekilde keyif ve heveslerine göre yorumlayarak gösterdikleri hareketleri sonucu, bazı büyük me’murların ve kumandanların İslâm dinine ters düşen sefihane fısk ve davranışlarına karşı, direnme ve karşı koyma ve onları tanımama ile başlıyan Bitlis ve çevresinde Hizan’lı şeyh Selim’in kumandasındaki isyan hareketine(16) katılıp katılmama mevzuunda danışanlara, Hazret i Üstâd’ın o zaman onlara verdiği cevablar ve ettiği nasihatların aynısı gibi cevab veriyor ve nasihatlar ediyordu. Hatta Bitlis hadisesinde şeyh Selim’in yakın adamları ve bir rivayette Üstâd’ın eniştesi Molla Said bile, Van’a kadar gelip; Üstâd Bediüzzaman’a kendilerine katılması için müracaat ettiklerinde, Hazret i Üstâd onlara kesinlikle red cevabını verdiği gibi; o hareketten vazgeçmeleri için lâzım gelen ikaz ve nasihatları da yapmış, din adına öyle bir harekete girişmenin kat’iyyen caiz olmadığını söylemiştir. Üstâd Hazretleri bunlara, Bitlis hadisesine katılanlara ettiği nasihatlarının mahiyeti neydi? Bu mevzu’, şu kitabın ilgili yerinde kaydedilmiş olmakla beraber, burada münasebet geldiği için tekrar ediyoruz. Bizzat Üstâd’ın ifadesinden dinliyoruz: “Eski Harb i Umumi’den evvel ben Van’da iken, bazı dindar ve müttakî zatlar yanıma geldiler, dediler ki: “Bazı kumandanlarda dinsizlik oluyor. Gel bize iştirak et, biz bu reislere isyan edeceğiz.” Ben de dedim: O fenalıklar ve o dinsizlikler, o gibi kumandanlara mahsustur. Ordu onunla mesul olmaz. Bu Osmanlı ordusunda belki yüz bin evliya var. Ben bu orduya karşı kılınç çekemem ve size iştirak etmem dedim. O zatlar benden ayrıldılar, kılınç çektiler. Neticesiz Bitlis hadisesi vücuda geldi...” İşte Şeyh Said’in hadisesinde de; Bitlis, Muş, Hakkâri, Ağrı ve Van dolaylarındaki bir çok şeyhler, hocalar ve aşiret reisleri, Üstâd Bediüzzaman’a müracaatlarında, onlara özetle, daha önceleri aynı gaye ve aynı his ile harekete geçen şeyh Selim’in adamlarına ettiği nasihatları aynen tekrarlamış, ikaz ve irşadda bulunmuştur. Hazret i Üstâd’ın o kesin tavrı ve nasihatları sayesinde Şeyh Said’in hareketi şark’ta umumileşmemiş, mevzi’î kalmıştı. Evet, Hizanlı şeyh Selim’in hareketinin gaye ve hedefi ne idi ise, Şeyh Said’in ki de aynen o idi. Üstâd Bediüzzaman her ikisinin de hareketini tasvib etmediği gibi, mevzi’î kalmalarına da sebeb olmuş, daha çok Müslüman kanı dökülmesine engel olmuştu. Bu mes’elenin aslı bu merkezde olduğuna bir çok delil ve şâhid vardır. Az ilerde, Hazret i Üstâd’ın bu dönem hayatını görmüş ve o zamanları yaşamış bir çok insanın ifadelerinden nümune için sâdece bir kaçının şahidliklerini ve mevzua dair hatıralarını göstermeye çalışacağız. Bu şâhitliklerin kaydına geçmeden önce, merhum Şeyh Said’in hareketinin asıl sebeb, mahiyet ve hareket noktasını tahlil etmek icab ediyor. Her ne kadar geçmiş, tarihe mal olmuş olan o hareketin kritiğiyle, mevzuumuz olan Üstâd Bediüzzaman’ın hayatı arasında bir ilgi mevcud değilse de, fakat dolaylı olarak Hazret i Üstâd’ın o dönem hayatını bir nebze ilgilendirdiği için ve aynı hadise sebebiyle, kendisinin de suçsuz sebepsiz menfaya gönderildiği cihetle, ona bir nebze temas ettiği için bilmünasebe, hem de hadisenin mevzuumuza temas eden ma’nevî hukukunun hakkını vermek için, hakkın bir emaneti olarak bu tahlilin ister istemez yapılması zaruretiyle karşı karşıya bulunmaktayız.
İşte, Şeyh Said hadisesi hakkında bir çok kitaplar yazılmış ve bazı kitaplar da bu mevzuya uzun yorumlarla genişçe yer verilmiştir. Mes’elenin bir tarafında Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ve onun başında M. Kemal Paşa.. Öbür tarafında bu hükümete baş kaldırmış, isyan etmiş insanların başında Şeyh Said vardır. Hadiseyle ilgili kitap yazanların muvafıkı da, muhalifi de, sadece hadisenin isyan yönünü, özellikle Kürdün Türke karşı bir hurûcu şeklinde ele alındığı için, çeşitli yorumlara tabi’ tutulmuş ve renk verilmiştir. Amma hadisenin gerçek sebeb ve mahiyeti hakkında herhangi bir şey yazılmamış veya yazılmaktan çekinilmiştir. Hatta dindar ve sağcı kesim de aynı şeyleri tekrarlamış durmuşlardır. Kimisi Şeyh Said’in hareketini Kürtlük ve Türklük şeklinde yorumlamış, kimisi bir ecnebi ajanı şeklinde, karışıklık çıkarmakla vazifeli bir şahıs olarak göstermiştir. Dediğimiz gibi, dindar kesim dahi, böylesi yorum yapanlara uyarak, aynı şeyleri yazmaktan çekinmemiş ve Şeyh Said’i, bir Türk düşmanlığı hareketinin lideri olarak görüp göstermişler ve bu arada her türlü tahkiri revâ görmüşlerdir. İşte hadisenin hareket noktasının sebeb ve mahiyetiyle vuzuha kavuşturulmamış olmasından ve üstünde yapılan yorumların da meseleyi çetrefilleştirdiğinden dolayı; bu günki bölücü ta’bir edilen Kürtçülük akımı hadiseye sâhip çıkmakta ve Şeyh Said’i asılsız bir şekilde kendilerine bir hareket lideri sayarak sâhib çıkmaktadırlar. Bu mevzuda söz söyliyen tahrifçi ve eyyamcı tarihçilere bir sözümüz yoktur. Fakat bunların izinden gidip taklid yapan tahkiksiz dindar kesimin o tür telâkkileri, ma’nevi büyük mes’uliyetleri mucib olduğunu bilmeleri gerekli olduğu kanaatindeyim. Evet, Şeyh Said hadisesini, Siyasî yaltaklanma içerisindeki eyyamcı tarihçiler gibi mücerred bir Kürt isyanı veya ecnebî parmağı hesabına tahrikçi, bölücü bir oyuncak şeklinde anlayıp anlatanların sözlerinde tarihî hiç bir değer olmadığı kat’idir. Zira, eğer hadise anlatıldığı şekilde, Türklere karşı bir Kürt isyanı şeklinde olmuş olsaydı; Birinci Cihan Harbi’nin hemen akabinde daha çok fırsatlar var idi. Bir taraftan İngilizler İslâm âlemini bölük pörçük etme plânını her tarafta tatbika koymuşlarken, Ruslar da Ermenilere sûrî bir istiklâliyet verdiği sıralar da, bazı Kürt reislerine de aynı şeyin va’di ortalıkta gezerken ve böylece zaman ve zemin tam müsaid olduğu bir zamanda teşebbüs edilmiş olması icab ederdi. Halbuki bakıyoruz ki, hadise; Cumhuriyet Hükûmeti, tüm memleketin fedakâr insanlarının her türlü fedakârlıklarıyla kurulmuş ve memleket artık yabancı işgalcilerden temizlenmiş olduğu bir zamanda vuku’ buluyor. Böylece, Şeyh Said hadisesinin geliş seyri kesinlikle bize bildirmektedir ki; onun hareketi, sâdece hükûmetin çıkarttığı bazı kanunlarına ve tutumlarına karşı bir tepki, bir itiraz ve bir direniş hadisesidir. Çıkan kanunların kısmen dinî inanç ve akidelere ters düşmesinin bir reaksiyonudur. Örneğin: Mart 1924 tarih ve 431 sayılı kanun ile, hilâfetin ilgası vesaire gibi... Hem aynı tarihlerde veya az sonraki senelerde, Türkiye’nin bir çok yerinde birçok insanlar, hükûmetin çıkartmış olduğu bazı kanunları dinî inanç ve akidelerine zıd görmüş ve o yüzden bir çok aileler vatanlarını terk edip hicreti ihtiyar etmiş olduklarını görüyoruz. | |
| | | İsRa.. GaYYuR
Mesaj Sayısı : 258 Kayıt tarihi : 30/01/09
| Konu: Geri: ŞEYH SAİD HADİSESİ HAKKINDA DIR C.tesi Ocak 31, 2009 9:08 pm | |
| Mesela: 1925 senesi içinde çıkan şapka Kânunu’nu, dinine, akidesine ters düştüğünü gören, başta İstiklâl şairimiz Mehmed Akif gibi bir çok dindar ve hamiyetperver insanlar, vatanlarını terk edip başka memleketlere göçettikleri herkesin malûmudur. Bazı müttakî alim insanlar da, ölünceye kadar evlerinden dışarı çıkmadılar. Elmalılı Muhammed Hamdi(17) Efendi gibi... şimdi bile şam’da, Medine’de, Mısır’da, Libya’da o zamanlar çıkan kanunlar yüzünden hicret etmiş ailelere rastlamak mümkündür. Hem Türkiye’de kitleler halinde şapka Kanunu’na karşı tepki gösterip direnenler çok olmuştur. Mesela, 14 Kasım 1925 Sivas’ta. 25 Kasım 1925 Erzurum’da.. 27 Kasım 1925 Maraş’ta.. 28 Kasım 1925 Rize’de.. 29 Kasım 1925’te yine Sivas’ta büyük direnişler ve ayaklanmalar olmuştu. Erzurum’da hadise üzerine sıkı yönetim ilân edilmiş, seksen kişi hapis edilmiş, bunların bir kısmı da i’dam edilmiştir. Rize’de de seksen iki kişi tutuklanmış, sekizi i’dam edilmişti. Keza Ankara ıstiklâl Mahkemesi de, şapka Kanunu’na karşı direnen bir çok yerde tutukladıkları yirmi yedi kişiden bazılarını i’dam etmişti. İskilipli Atıf Hoca bunlardandır. (Bak: Elli Yılın Tutanağı, Muzaffer Gökman S: 39 42) Hülâsa: Şeyh Said Hadisesi, çıkan bazı kanunlara karşı din va akidelesinin hassasiyeti hesabına gösterilen bir tepkiden başka bir şey değildir. Türk’e karşı Kürtlüğün bir hurûcu ise asla ve kat’a değildi. Evet, bir kere merhum Şeyh Said; dindar, alim ve sofi bir zat olup Nakşibendî şeyhlerindendi. Hatta ehl i velâyet bir zat olduğunu, onun zamanından sağ kalıp gelen bazı alimler nakletmişlerdir. Elbette böyle âlim, dindar, müttaki, hatta velî bir zat; ırkçı, bölücü, yahut ecnebî oyuncağı olamazdı. Amma hareketinin muharriki olan içtihadı hatalıydı, metodu yanlıştı, denilebilir. Şeyh Said’in Hareketi Nasıl Başladı Bu mevzuda hadisenin esasını araştırdım ve şahsen bir çok müttakî, âlim insanlardan dinledim. Aynı zamanda, tarafsız siyasî bazı insanlardan da dinlemişimdir. Dinlediğim bu insanlar, hadise zamanını idrak etmiş kimselerdir. Ezcümle dinlemiş olduğum bu insanların içinden, ırkan ve siyaseten Şeyh Said’in hareketini tasvib etmesi mümkin olmıyan, lâkin dinen ve vicdanen o mes’elenin asliyet ve mahiyetini olduğu gibi dile getirmeyi de vicdanî bir borç bilen, hadisenin içinde yaşamış, görmüş ve ilgilenmiş olarak Urfa’nın eşraf ailelerinden ve uzun seneler C.H.P’den Urfa Millet Vekilliği’ni yapmış Arnavut asıllı Osman Ağan Bey şöyle anlatırdı: “Cumhuriyetin ilânından sonra, hükûmetin çıkarttığı bazı kanunlar, özellikle birinci Lozan Antlaşması neticesinde, ikinci Lozan Konferansı mucibince hilâfetin ilgası ve lâik Cumhuriyyet tarzının benimsenmesi gibi kanunları; birçok insanlar gibi, Şeyh Said de dinî akidesine zıd görmüş, tepkiyle karşılamıştı. 1924 yılı son aylarında şark vilâyetlerinin bazı bölgelerini dolaşarak, çıkan kanunların ve hükûmetin tutumunun İslâm dinine ve kanunlarına zıd olduğunu anlatmış, kendisine bi’at edilmesini te’min etmeye çalışmıştı. Bu bi’atı toplamaya çalışırken de, sıkı sıkıcasına tenbihatta bulunarak; herhangi bir hadisenin çıkarılmamasına dikkat etmelerini tavsiyelerde bulunmakta imiş. Böylece Şeyh Said, Doğu vilâyetlerinin bazı bölgelerinde Müslüman halkın ileri gelenleri olan ulema, meşayih ve aşiret reislerinden kâfî miktarda bi’at topladığı takdirde, onların mümessili sıfatıyla, bilâhare Ankara hükûmetine temsilci bir hey’et göndererek, hükûmete çıkan kanunlara karşı Müslüman halkın tepki ve itirazlarını ileteceklerini, eğer hükûmet bu arzuları doğrultusunda tutumunu düzeltmeyi kabul ederse, onu tanıyıp itaat edeceklerini, aksi takdirde o zaman hükûmeti tanımıyacaklarını söylemekte imiş. İşte Şeyh Said, bu niyet ve bu hedef ile bazı Doğu vilâyetlerinin köy ve kasabalarını henüz dolaşmakta iken ve herhangi bir harekette bulunmak ve bir hadise çıkarmak kesinlikle sözkonusu değilken, dolaşa dolaşa, o zamanki ismiyle Piran Kasabasına (Diyarbekir’in Dicle Kazası) gelmişti. Takvim 10 şubat 1925’i gösteriyordu. O günü kasabada bir düğün merasimi de varmış. Şeyh Said de o düğüne davetliymiş. Düğün şenliğinin tam ortasında, köye bir üstteğmen ile bir kaç musellah jandarma gelmişler, bir mahkûmu ta’kib ediyorlarmış. Mahkûmun da düğün arasında olduğunu haber almışlar. Üstteğmen makûmu hemen istemiş.. Köyün ileri gelenleri ne kadar rica etmişlerse, üstteğmen dinlememiş.. Sonra Şeyh Said, bizzat ve şahsen gitmiş, üstteğmenden rica etmiş, kefil olmuş, “Düğün bitsin, ben kendi elimle onu size teslim ederim” diye va’detmiş. Fakat üstteğmen yine dinlememiş. Köydeki düğün şenliğinin havasını bozacak davranışlarda bulunmuş ve ısrarında direnmiştir. Isrardan başka, jandarmalara mevzi’ almalarını emretmiş, işi kuvvete ve silâh zoruna getirmiştir. Üstteğmenin bu hareketini seyretmekte olan ve burada oturmakta olup ağabeysine ev sahipliği yapan Şeyh Said’in küçük kardeşi Abdurrahim dayanamamış, ağabeyisinin iznini almadan, üstteğmene ve jandarmalara ateş etmiş, müsademe olmuş, neticede üstteğmen ile iki jandarma eri ölmüşler. | |
| | | İsRa.. GaYYuR
Mesaj Sayısı : 258 Kayıt tarihi : 30/01/09
| Konu: Geri: ŞEYH SAİD HADİSESİ HAKKINDA DIR C.tesi Ocak 31, 2009 9:08 pm | |
| Ankara Hûkûmeti de, herhalde önceden istihbarat vasıtasıyla Şeyh Said’in şark’taki dolaşmalarının farkında olmuş olacak ki, hadise Ankaraca duyulur duyulmaz, hemen Şeyh Said’in yakalanması için emir verilmiş ve işte Şeyh Said hadisesinin hareket noktası böylece patlak verivermiştir. Şeyh Said, bu hadiseden sonra Piran kasabasından ayrılmış ve Hükûmet kuvvetleri ile onun arasındaki hareket genişleyerek yayılmıştır. İlk başlarda Şeyh Said kuvvetleri Elaziz, Bingöl ve Ergani’yi ele geçirmişler. Mart 1925’de de Diyarbekir etrafında hükûmet askerleriyle Şeyh Said’in adamları arasında şiddetli müsademeler olmuş.. Nihayet 12 Nisan 1925’de Şeyh Said esir alınmış, dolayısıyle hadise bastırılmıştır. Diyarbekir’de kurulmuş olan İstiklal Mahkemesince Şeyh Said ve arkadaşlarının muhakemesine başlanmış, nihayet 29 Haziran 1925 günü ilk etapta Şeyh Said ve kırk altı arkadaşı idama mahkum edilmiş ve hemen ertesi günü yani, 30 Haziran 1925 günü karar infaz edilmiştir.“(18) Diyarbekir’de merkez olarak kurulan ve Urfa ve Elazığ’da da zaman zaman icra yı hükümeden ve şark İstiklal Mahkemesi Heyet i Hakimesi diye adlandırılan heyet, şu şahıslardan müteşikkildi : Reis : Mazhar Müfid 1.Aza : Ali Saib 2.Aza : Lütfü Müfid Katip : Selim sanin İşte hadise, mahiyeti itibariyle böyle iken; bazı çevreler kasd ı mahsusla olsa gerek, meseleyi bir Kürt Türk meselesi şeklinde aksettirmişlerdir. Hadise kesinlikle bir dinî inanç hassasiyeti ve tepkisi olmakla birlikte, ancak ne var ki, Şeyh Said’in hareketi şark vilâyetleri içerisinde vuku’ bulması hasebiyle, öyle renklendirilmiştir. Başka bazı çevreler ise; Hükümet idarecileri ve Hükûmet ismi Türk olmasından, hadise akabinde yapılan tenkiller ve tehcirlerde, Türk’ün Kürde karşı bir zulmü şeklinde gösterilmeye çalışılmıştır. Şeyh Said hareketinin amacı sadece ve sadece din hissi adına bir reaksiyon olduğunu gösteren bir belge ve şahid de, aşağıda şiirini kaydedeceğ’imiz ve Şeyh Said’le birlikte idam edilen Hani’li Salih Beyin hal ve telâkkisidir. Salih Bey, Şeyh Said’le beraber esir alındıktan sonra, Diyarbekir’de hapishanede henûz idam edilmeden önce iken, şu aşağıdaki şiiri yazmış ve bazı kimselere vermiştir: Gerçi enzar ı ehibba’dan dahi dûr olmuşuz, Rahmet i Mevlâ’ya yaklaşmakla mesrûr olmuşuz. Hak yolunda müflis u hane harap olduksa da, Bu harabiyetle biz manada ma’mûr olmuşuz. Ehl i hak’kız, korkmayız i’damdan berdardan, Çünki te’yid i İlâhî ile mensûr olmuşuz. Hâkim i mübtıl yedinden madrubîn olduksa da, Emr i Hakla şer i garra hakkını ifaya me’mûr olmuşuz. Kul bize zulmen mücazat etse de perva etmeyiz, şüphemiz yoktur ki, indallahda me’cûr olmuşuz. Salihim, ehl i salâhım dine can kıldım feda, Lütf u Hakla teşnagân ı ab ı kevser olmuşuz. Pek Mühim Bir Hadise ve Azim Bir Hizmet Burada çok mühim ve ebediyyen unutulmıyacak ve unutulmaması lâzım gelen son derece büyük bir hizmeti, azim bir hadiseyi zikretmeden geçemiyeceğiz, şöyle ki: Şark vilâyetleri içinde vuku’ bulmuş Bitlis hadisesi ve sonra Şeyh Said hadisesi neticesinde, yaş kuru demeden, ismine hoca, şeyh, ağa, bey denen bir çok insanın idama mahkûm edilmesinden başka, bir çok insanların da nefye, hicrete, perişaniyete mahkûm edilmesi sonucu; şark vilâyetlerindeki vatandaşların kalblerinde, o zulümlerin umumen Türk milletinden gelmiş zannedilerek; Türklere karşı çok büyük bir iğbirar, bir kin ve adavet hasıl olmuştu. Bu iki hadisenin arkasından da, Motki ve Sason bölgesinde, 1927 1928 yıllarında şapka ve harf inkılabına karşı sekiz aşiretin ayaklanma hadisesi..Ve hükûmetin Tepeleme ve imha harekâtıyla yüzlerce insanı öldürmesi ve mal, ev ve barklarını yakıp yıkması, ellerine geçirdikleri insanlarıda sürgünlerde perişan etmeleri ve 1930’da da Ağrı dağı isyani hadisesi.. Ve 1931’de Zilan deresi ve Muş ovası hadisesi ve katliamı.. ve en sonunda da 1938’de Dersim’in facialı hadisesiyle yapılan büyük zulümler ve katliamlar sonucu, büsbütün alevlenen bu adavet, dünya durdukça silinmesi mümkin olmazken; Bediüzzaman Said i Nursî Hazretleri, Türklerin yaşadığı bölgelerde başlattığı Nur Te’lifatını Türkçe lisanıyla yazması.. Ve çok kıymettar talebeleri Türklerden çıkması ve Nur Risalelerinde Türk milletinin tarihteki İslâmî büyük hizmetlerini her vesileyle yâda getirmesi.. Ayrıca şark vilâyetlerinde yapılan o gibi zulümlerin Türk milletine verilemiyeceğini ve o büyük haksızlıklar Türk milletinden gelmediğini; şark’tan Üstâd’ın ziyaretine gelen herkese her zaman anlatması gibi hizmetleriyle; şark’ta yaşıyan vatandaşların kalbindeki o büyük adavet, ğayızlı iğbirar(*) kökünden silinmiş, onun yerine Türk milletine karşı muhabbet ve kardeşlik hisleri doğmuştur. Elhamdülillah!.. Şeyh Said’in Bediüzzaman’a Mektubu Asıl mevzuumuza şimdi geliyoruz. Şeyh Said’in hareketi üstte kaydedildiği vechile, patlak verdikten sonra; artık Şeyh Said ister istemez hadisenin içine girmiş bulundu. Dolayısıyla kendisini dinliyenleri yardıma çağırmaya başladı. Tabii ki, harb tekniğini bilmez köylü, acemi halk kitlesinden ibaret bir miktar insan etrafına toplandı. Hükûmet kuvvetleriyle yer yer bazı çatışmalar devam ediyordu. Şeyh Said, Bediüzzaman Hazretlerini de kendisine yardım etmeye çağıran bir mektup gönderdi. Mektubun mahiyeti; Bediüzzaman’ın şark’ta büyük nüfuza sahib olduğundan, başlatmış olduğu hareketine yardımcı olursa, muvaffak olabileceğ’ini yazıyordu ve onu da’vet ediyordu. Bediüzzaman Hazretleri de, ona mektupla cevab verdi. Üstâd’ın bu cevabî mektubunun mahiyetinden, 1947’den sonra yazılan tüm Tarihçelerde bahis edildi. Mezkûr Tarihçelerde, Şeyh Said’in adı geçen mektubundan ve Üstâd’ın ona gönderdiği cevabtan kelime ve cümleler itibariyle değişik şekillerde yer verildi. Üstâd da bunları hep gördü ve okudu. Tasdik ve ikrar alâmeti olan sükûtla karşıladı. Şeyh Said’le olan bu mektuplaşma hadisesini, ilk önce 1946 yıllarında İnebolu’lu Selâhaddin Çelebî yazdı ve ifşa etti. Bu yazı, “Bediüzzaman’ın Taihçe i Hayat’ından Bir Hülâsadır” başlığı altında makale gibi bir şey idi. Hazret i Üstâd, Selâhaddin Çelebi’nin bu yazısını evvelâ bir lahika mektubu şeklinde neşrettirdi. Bilâhare de, Osmanlıca Asay ı Musa mecmuasının İnebolu nüshalarının arkasında dercettirdi. Daha sonra, aynı yazıyı Isparta’da teksir makinasiyle çoğaltılan İslâm yazısı Asay ı Musa’nın da ahirine az bir tensikten sonra dercettirdi. | |
| | | İsRa.. GaYYuR
Mesaj Sayısı : 258 Kayıt tarihi : 30/01/09
| Konu: Geri: ŞEYH SAİD HADİSESİ HAKKINDA DIR C.tesi Ocak 31, 2009 9:09 pm | |
| Selâheddin Çelebî’nin Makalesinin İlk Metni Bismihi Sübhanehü (Üstâdıma son yapılan tazyik münasebetiyle yazılmıştır) ihtiyar, dermansız, eşsiz ve dostsuz, senelerdir inzivaya çekilmiş, ikamete me’mur ve daimi tarassut altında bulunan yetmişlik bir âlim, yirminci asrın hem Bediüzzaman’ı hem garib üz zamanı... Tercüme i haline kısaca bir nazar. 1 Bitlis’in Hizan kazası İspairt nahiyesinin Nurs köyünde doğmuştur. Anası Nuriye Hanım, babası Mirza Efendi’dir. Kürt ailesine mensub olmakla beraber, kendisi asla Kürtlük ve Türklük, Arap ve Acemlik tanımaz. Milliyeti ancak din bakımından kabul eder. “Bütün Müslümanlar kardeşidir.” Bu fıkri İslâm âleminde bir vahdet ve bir kardeşlik kurulmasına ne güzel bir misal... 2 Tahsil ve terbiyesi: Ümmidir. Çocukluğunda hastalandığını, okuduğu hocadan dönerken, merdivenden yuvarlanıyor, ağzından burnundan seyelan edip akan kandan sonra, mintarafillah fazilet, zekâvet, fetanet, şefkat hasseleri peyda oluyor. Ve fikren mevcudattan ders alıyor. Bu harika haliyle asrının insanlarına fevkalbeşer bir muallim şahsiyyet oluyor. 3 İstikbalde, şarkta cehalet yüzünden vuku’ bulacak zararları hissederek önlenmesi için; mekteb ve medrese açtırmak gayesiyle İstanbul’a gelen genç âlimin mücadelesi; maarifin, bugün mekteblere verdiği ehemmiyet, o vakit o tedrisat ile verilseydi, şark’ta belki bir hadise bile çıkmazdı...” Ve 4, 5, 6, 7, 8, maddeler halinde Üstâd’ın hayatının özetini çıkarttıktan sonra, Selâhaddin Çelebi Şeyh Said hadisesiyle ilgili Üstâd’ın onunla mektuplaşmasını şöyle kaydediyor: 9 Şark isyanında Şeyh Said onun Şark’taki büyük nüfuzundan istifade için mücadeleye iştirâke davet ettiği zaman, cevaben: “Yaptığınız mücadele, kardeşi kardeşe öldürtmektir ve neticesizdir. Çünkü Türk Kürt birdir, kardeştir. Türk milleti bin senedir İslâmiyete bayraktarlık etmiştir. Dini uğrunda milyonlarca şehid vermiştir. Binaenaleyh, kahraman ve fedakâr islâm müdafilerinin torunlarına ( Türk milletine ) kılınç çekilmez ve ben de çekmem” diye hem reddetmiş, hem de neticesiz bir mücadeleden vazgeçmesini işaret buyurmuştur. İsyan hitamında Şark’ın ileri gelenlerini uzaklara ikamete nakilleri münasebetiyle, kendisi de Isparta’da ikamete me’mur edilmişti..“(19) Üstâd Hazretleri bilâhare bu yazıyı bazı ta’dil ve tensiklerden geçirdikten sonra, Osmanlıca Asa yı Musa’ların ahirlerine şu gelecek şekilde kaydettirmiştir. (Sadece Şeyh Said hadisesiyle ilgili kısmını kaydediyoruz) “Şark isyanında Şeyh Said ve askerleri Üstâdımız Bediüzzaman’ı Şark’taki büyük nüfûzundan istifade için mücadeleye iştirâke davet ettikleri zaman, cevaben demiş: “Yaptığınız mücadele, kardeşi kardeşe öldürtmektir ve neticesizdir. Çünkü Türk milleti İslâmiyete bayraktarlık etmiş, dini uğrunda yüzbinlerle, milyonlarla şehid vermiş ve milyonlar velî yetiştirmiştir. BinaenaIeyh kahraman ve fedakâr İslâm müdafilerinin torunlarına, yani Türk milletine kılınç çekilmez ve ben de çekmem” diyerek hem cevab ı red vermiş, hem mücadelesinden vazgeçmesini söylemiştir.“(20) Hz. Üstâd bu yazıyı, Savlı marangoz Ahmedin el yazısıyla yazılan bir Asay ı Musa’yı kendi eliyle tashih etmiş ve tasdik etmiştir. Emekli Yüzbaşı Mehmet Kayalar da: “Üstâd’ın Şeyh Said’e yazdığı mektub, bilâhare Şeyh Said esir alındığında üzerinde bulunmuş ve Diyarbekir İstiklal Mahkemesi dosyalarına konulmuştur. Mektub halen İstiklal Mahkemesi dosyalarının içinde, Şeyh Said’in dosyasında mevcuttur” diyordu. Ancak ne var ki; Üstâd Hazretleri’nin mezkûr cevabî mektubunun öz metnini kimse görmüş değildir. Bütün, yazılan ve söylenenler rivayete dayandırılmış ve kaydedilmiştir. Lâkin yazılanların çoğu Hazret i Üstâd tarafından tashih ve tasdik görmüştür. Diyarbekir İstiklâl Mahkemesi dosyalarının şu anda nerede olduğıınu bilmiyoruz. Keşke mümkün olsaydı da, Üstâd’ın mezkûr mektubunun bizzat kendisini ele geçirseydik ve onun öz metnini alıp neşredebilseydik... İnşaallah birgün buna da muvaffak oluruz. Hazret i Üstâd’ın sağlığında neşredilen tüm Tarihçelerde Üstâd’ın mezkûr mektubunun metni kayda geçen şekliyle şöyledir: “Türk milleti asırlardan beri İslâmiyet’e hizmet etmiş ve çok veliler yetiştirmiştir. Bunların torunlarına kılınç çekilmez. Siz de çekmeyiniz, teşebbüsünüzden vazgeçiniz. Millet irşad ve tenvir edilmelidir.“(21) Görüldüğü üzere, Hazret i Üstâd’ın tashih ve teftiş nazarından geçmiş olan başta Büyük Tarihçe i Hayat kitabında, Şeyh Said’e yazılan, mektubun Asa yı Musaların ahirinde neşredilmiş şeklinin bir özeti olarak bir iki cümlesini görüyoruz. Ancak ne var ki; Hazret i Üstâd’ın vefatından sonra yazılan Tarihçeler de ise, daha değişik ibarelerle mezkûr mektubun metni verilmiştir. Mesela: N. Şahiner’in “Bilinmiyen Taraflanyla Said i Nursî” isimli kitabında mezkûr mektubun biraz daha uzun ve değişik şekli verilirken, “Zübeyr Ağabey’in hususi not defterinden alınmıştır” diye dib notunda Zübeyr Ağabey’e atıfta bulunulmuştur. Ancak ismi verilen not defterinin klişesi verilmemiştir. | |
| | | İsRa.. GaYYuR
Mesaj Sayısı : 258 Kayıt tarihi : 30/01/09
| Konu: Geri: ŞEYH SAİD HADİSESİ HAKKINDA DIR C.tesi Ocak 31, 2009 9:09 pm | |
| Ahmet şahin Hoca’nın, “İslâm Büyükleri” kitabında ise, mânâsı bir, fakat üslûb yönü daha değişik ifadelerle aynı mektubtan söz edilmiştir. Az üstte arzettiğimiz gibi, adı geçen mektubun öz metni elde mevcud olmadığı için, değişik ifadelerle onu göstermeye cesaret edebilmişlerdir. Evet, Üstâd Bediüzzaman Hazretleri Şeyh Said’e hakikat olarak cevabî mektub yazmıştır. Ve kendisinin, Müslüman evlâdlarının kanını dökecek öylesi bir harekete katılmasının mümkin olmadığını yazdığı kesindir. Hem Şeyh Said’in başlattığı veya başlatmak istediği hareketinden de vazgeçmesini tavsiye etmiştir. Amma dediğimiz gibi, o mektubun öz metni elde mevcud olmadığından kelimesi kelimesine metni neydi, nasıldı? bilememekteyiz. Şeyh Said’e Yazdığı Mektub ve Onun Hareketi Hakkında Bediüzzaman Hazretleri’nin Bazı Söz ve Beyanları ve Bazı, Tashih ve Tasdikleri 1 1935 tarihinde Eskişehir mahkeme müdafaanamesinin bir bölümünde hadise hakkında şunları kaydeder: “Salisen: Bundan on iki sene evvel Ankara reisleri, İngilizlere karşı Hutuvat ı Sitte namındaki eserim ile mücahedatımı takdir edip beni oraya istediler. Gittim, gidişatları benim ihtiyarlık hissiyatıma uygun gelmedi. Bizimle beraber çalış dediler. Dedim: Yeni Said öteki dünyaya çalışmak istiyor. Sizinle beraber çalışamaz. Fakat size de ilişmez. Evet ilişmedim.. Ve ilişenlere değil iştirak, değil temayül, belki teessüf ettim. Çünkü an’anat ı milliye lehinde isti’mal edilebilir acib bir dehay ı askerîyi, an’ane aleyhinde bir derece çevirmeye maalesef bir vesile oldu...”(22) Hazret i Üstâd’ın bu beyanından da anlaşılmaktadır ki; Şeyh Said’in hareketi tamamen dinî inanç hissine tebaen vuku’ bulmuştur, başkaca bir şey değildir. Onun hareketi din namına olmakla birlikte; lâkin bir içtihad hatasıyla harekete geçmiş olduğundan, kesinlikle tasvib etmediğini de ifade etmiş bulunmaktadır.
2 Yine Eskişehir müdafaanamesinden: “Şark hadisesi münasebetiyle nefy edilmem, iddianamede iştirâkimi ihsas ettiği cihetle, cevab veriyorum ki: Hükûmetin dosyalarında, benim künyem altında hiç bir meşruhat yoktur. Sırf ihtiyat yüzünden nefy edildiğim hükûmetçe sabit olmuştur...”(23) Bu parağrafta hakikatta olduğu gibi, Hazret i Üstâd’ın Şeyh Said hadisesiyle hiç bir ilgisinin bulunmadığını göstermektedir. 3 1948’de Afyon Mahkemesi müdafaanamesinin bir bölümünde şöyle der: “...Avam ı ehl i iman onu (şapkayı) giymeye mecbur olduğu zaman, o büyük allâmelerin adem i müsaadeleri; avam ı ehl i imanı tehlikede bıraktı. Ya’ni: Ya bir kısım münafıklar gibi dinini bırakmak.. Veya Vilâyât ı şarkiye’de isyanlar gibi isyan etmek vaziyetinde iken...“(24) Üstâd’ın bu ifadesinden de anlaşılıyor ki; şark’ta vuku’ bulan Şeyh Said’in hareketi, şapka kanunu gibi dinî inanç ve akidelerine ters düşen, benzeri kanunlara karşı bir tepki ve bir reaksiyondur. 4 Yine, Şeyh Said’e yazılan mektub hakkında, Hazret i Üstâd’ın tashih ve tasdikinden geçmiş haricen yazılan bir başka delil: Afyon mahkemesi müdafi’lerinden Avukat Ahmet Hikmet Gönen’in yazdığı temyiz müdafaasının bir bölümünde: “...Keza şark vilâyetlerinde vaki’ isyanlara iştirak etmemesi ve teklif edenlere “Bin seneden beri Kur’ân’ı taşıyan bir millete kılınç çekemem, siz de çekmeyin” şeklinde cevab vermesi yine da’vamızı ispat eder”(25) Üstâd Hazretleri, Avukat Hikmet Gönen’in bu parağrafının içerisindeki bir cümlesini kendi eliyle ve kalemiyle şu gelecek şekilde tashih ederek kabul etmiştir, aynen şöyle: “Bin senedenberi Kur’ânı kahramancasına taşıyan ve hizmet eden bir millete kılınç çekemem, siz de çekmeyiniz.” 5 Üstâd Hazretlerinin küçük kardeşi Molla Abdülmecid Efendi kendi hatıra defterinde hadise hakkında şunları kaydeder: “Şeyh Said hadisesinde, Van’da vali ve kumandan Sabri Bey’le birlikte, hadisenin dağılmaması için bir itfaiye vazifesini görmüştür.”(26) 6 Van’lı Molla Hamid’in Ağabeyisi Abdullah Ekinci ise, bu mevzu’da şunları söyler: “Şeyh Said isyanında Üstâd Van’da idi. İsyan haberi Ankara’ya yanlış aksetmiş, Üstâd’ın da isyan ettiğini zannetmişler, çok telâş etmişlerdi. Süleyman Sabri Paşa, Nurşin camiine Seyda’nın yanına geldi, bu yanlış durumu Üstâd’a bildirdi. Ve “Seyda bunu tekzib edelim, böyle bir yanlışlık olmuş” deyince Üstâd: “Lüzum yok tekzib etmeye.. zaman bunu tekzib edecektir.” dedi. Bu hadise gibi, Molla Hamid’in Kör Hüseyin Paşa ile ilgili hatırasında da geçtiği üzere, bir ara Ankara’dan gelen bir telgrafın emriyle Üstâd’ın imhasını iş’ar etmiş iken, Süleyman Sabri Paşa’nın verdiği cevab hadisesi bu vak’ayı te’yid etmektedir. 7 Yine aynı mevzu ile ilgili olarak; Üstâd Hazretleri Van’da iken, Kur’ân hizmetiyle meşgul olduğu müddetçe, ehl i dünyanın ilişmelerinden mahfuz kaldığını kaydetmek vesilesiyle şöyle demektedir: “...Bu biçare Said, Van’da ders i hakaik ı Kur’âniye ile meşgul olduğum miktarca, Şeyh Said hadisatı zamanında vesveseli hükûmet, hiç bir cihette bana ilişmedi ve ilişemedi.. Vakta ki, “Neme lazım” dedim, kendi nefsimi düşündüm, ahiretimi kurtarmak için Erek dağında harabe mağara gibi bir yere çekildim. O vakit sebebsiz beni aldılar, nefyettiler...”(27) Hazret i Üstâd’ın bu beyan ve i’tirafından da anlaşılmaktadır ki; Şeyh Said’in hadisesiyle onun hiç bir ilgisi olmamıştır. Onun içindir ki; Şeyh Said hadisesinin neticesine yakın bir zamana kadar, hükûmet ona hiç bir şey dememiş, ilişmemiştir. | |
| | | İsRa.. GaYYuR
Mesaj Sayısı : 258 Kayıt tarihi : 30/01/09
| Konu: Geri: ŞEYH SAİD HADİSESİ HAKKINDA DIR C.tesi Ocak 31, 2009 9:09 pm | |
| 8 Şeyh Said’e Üstâd tarafından yazılan mektub hususunda Hazret i Üstâd’dan yapılan şifahî tek bir rivayet vardır. O da N. Şahiner’in, Doç. Dr. Nureddin Topçu’nun küçük kardeşi Hayreddin Topçu’nun hatıralarında kaydettiği rivayettir. Hayreddin Topçu şöyle demiş: “Üstâd bana Şeyh Said’den bahsetti. Onun hareketinden hiç memnun değildi.” Mektup yazdım, “sakın bir harekete girme” dedim. Ne yazık ki menfi harekete girdi...”(28) dedi. Hayreddin Topçu’nun şu rivayetine benzer Üstâd’dan gelen başka hiç bir rivayet duyulmamıştır. Şeyh Said’e yazılan mektub hakkında Üstâd’ın ikinci bir rivayetini ben şahsen hiç kimseden duymamışımdır. Hatta Üstâd’ın hizmetkârlarından Mustafa Sungur, Bayram Yüksel ve Hüsnü Bayram Ağabeylerden hususi şekilde istifsar ettim; “Hazret i Üstâd, Şeyh Said’e yazdığı mektubtan ve mahiyetinden hiç bahseder miydi” diye sordum. “Hayır !.. Biz hiç duymadık” dediler. İşte bütün bu örneklerle de görüldüğü gibi; Bediüzzaman Hazretleri tarafından Şeyh Said’e yazılan cevabî mektup, hakikat olmakla birlikte; mektubun öz kendisi ele geçmediği gibi, Üstâd tarafından da onun asıl metni ve mahiyeti zikredilmemiş olmasından, mektubun asliyet ve mahiyeti yine bir derece meçhulümüzdür diyebiliriz. Medar ı hayrettir ki; Üstâd Hazretleri, hayatında başından geçmiş vak’alardan, hadiselerden bir inayet i Hakla mazhar olduğu hizmetlerinden çoğu kez birer vesileyle bahsettiği gibi; şu Şeyh Said hadisesinin kendisine temas eden kısmından ve ona yazdığı mektub meselesinden, yani o mektubun öz metni ve mahiyetinden tek rivayet olan Hayreddin Topçu’nun rivayeti hariç hiç bahis etmiş değildir. Ancak o hadiseyi anlatanları, yazanları tasdik alâmeti olan bazı tasdikleriyle ve sükûtüyle karşılaması olmuştur. Kimbilir, belki de bunun hikmeti; o hadisenin zincirine takılan binlerce zulümleri, i’damları, tehcirli tenkilleri ve perişaniyetli menfaları hatırlamamak ve saire için olabilir diye ihtimal veriyoruz. Mustafa Sungur’un Hatırası: Bediüzzamanın evlâd ı mânevîsi ve hizmetkârlarından Mustafa Sungur Ağabey, aynı mevzu’ ile ilgili şöyle bir hatırasını anlatmaktadır. Bu hatırasını mektupla istediğimizde cevab vererek şöyle kaydetmektedir: “Efendim, Hazret i Üstâdımızın ziyaretine gelip, şahid olduğum o mesele şudur: 1950 senesinde Ankara’ya iki takım külliyat götürüp; Hazret i Üstâdımızın Diyanet İşlerinden Ahmed Hamdi Aksekili’ye gönderdiği mezkûr kitapları teslim ettikten on gün kadar veya bir kaç gün kadar Ankara’da kaldıktan sonra, tekrar Emirdağı’na döndüğümde, yirmi gün kadar Üstâd’ın hizmetinde kaldım. Zübeyr Ağabey’i İstanbul’a göndermişti. Ceylan da henüz hapiste, Afyon’dan Emirdağ hapsine nakledilmiş, Emirdağı ceza evinde yatmakta idi. İşte o zaman 1950 şubatı’nın sonlarında, belki de Mart’ın başında, gündüzleri Üstâdımızın yanında, beriki odada kalıyordum. Fakat geceleri bir otelde küçük bir odada kalıyordum. Yevmiyesi yirmi kuruşa.. Parasını da Üstâdımız veriyordu. İşte Hazret i Üstâdımıza ilk hizmete lütf u Rabbanî ile nâil olduğumuz o yirmi günlük zaman içerisinde: 1 Hulusi Ağabey rahmetli Üstâd’ın ziyaretine gelmişti. 2 Van’dan Molla Hamid başka bir gün gelmişti. 3 Bir de iki kişi.. Birisi: Yaşar Zeydan Eskişehir’de dükkânı var, yiyecek vasaire satıyor, aslen Bitlisli bir tüccar.. birisi de Ankara’da PTT’de çalışan Yaşar Zeydan’ın tanıdığı bir zât... İşte Üstâdımız o ikisine Emirdağı’nda bir saatten epey fazla bir zaman sohbette bulundu. Bu sohbette şark hadisesine temasla, yapılan zulümleri vesaire bahsi içinde; “Cenab ı Hak o ulema ve evliyaların içinden.. veya o ulema ve evliyaların talebeleri içinden birisini veya Kur’ân’dan bir elmas kılınç çıkardı.. Veya bu Said’i çıkardı (kendisini kasdederek) bütün hayfimizi aldırttı“ Bunu söylerken, Hazret i Üstâd mübarek yataklarından öyle fırladı ki, üç dört adım yataktan dışarı çıktı ve yürüdü. Hatta fakirinizin Emirdağ lahikasının ikinci kısmında neşredilen mektubu var ya, (şark hakkında) işte, o dersden mülhemdir, Hazret i Üstâdımızın o beyanlarından aldığım ders iledir. | |
| | | İsRa.. GaYYuR
Mesaj Sayısı : 258 Kayıt tarihi : 30/01/09
| Konu: Geri: ŞEYH SAİD HADİSESİ HAKKINDA DIR C.tesi Ocak 31, 2009 9:09 pm | |
| Şeyh Said’in oğlu falan gelmedi. Onlar 1959’un son aylarında; Hazret i Üstâd’ın Ankara’ya teşriflerinde gelmişler. Ben Selahaddin Efendi’yi (Şeyh Said’in oğlu) iki üç sene evvel son hastalığında ziyaretimde bazı ilavelerle bazı meseleler anlatmıştı bu kadar.. Daha sonra bu meseleyi arzederim..” Dava Dergisi’nin Asılsız İddiaları Mufassal Tarihçe i Hayat kitabı bastırılıp neşir edildikten bir sene sonra, Bingöllü Sıddık Dursun adındaki şahıs “Dava” isimli dergisi Temmuz 1991 sayısında, yalan ve düzmeden ibaret bazı rivayetleri neşretti. Adı geçen derginin o sayısı tamamen Şeyh Said’in hareketinin meşruluğuna ve Bediüzzaman’la da alakadar olduğuna hasretmiş. Biz de Şeyh Said’in kıyamının dinî hislerle olduğuna şüphe etmiyor ve herhangi bir şey demiyoruz ve hatta biz de onu Tarihçede mudafaa ederek kaydetmişizdir. Amma Üstâd Bediüzzaman Said i Nursî ile ilgili yalan rivayetlerini burada delil ve belgelere dayanarak çürütmeyi de bir vazife addediyoruz. Zira Dava dergisinin mezkûr sayısında ileri sürülen iddialarda; Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’ni ahde vefasızlıkla, hatta sözüm ona döneklikle ittiham edilmektedir. Adı geçen derginin neşrettiği asılsız iddiaları uzun birkaç madde halinde ele alarak kırk sahifelik bir broşür tarzında çürütüp ortaya koyduk. şimdi Üstâd Bediüzzaman ve Şeyh Said’le sözde alakadar kısmının bir hülâsasını ibret için kaydediyoruz. şöyle diyor dergi: “1959 senesi son günü, yani 31 Aralık 1959 da Hazret i Üstâd Ankara Beyrut Palas otelinde misafir iken, Palu’lu Şeyh Said’in iki oğlu Ali Rıza ve Selahaddin’le birlikte, torunlarından Abdullah Fırat ve iki şahıs daha gelmişler. Üstâd’ı otelde ziyaret etmişler. Hazret i Üstâd güya onlara: “Birader i Azamım Şeyh Said bana mektup yazdı. Görüşmek istedi. Sonra bu görüşmeyi nerede yapacağız diye cevab gönderdim. Gelen cevabta: Erzurum’da 15 Mayıs 1923’te görüşebileceklerini yazmış. Ve güya Üstâd demişki: “Bunun üzerine ben kalktım, Erzurum’a gittim. Orada bir hafta kadar baş başa görüştük. Kıyam ve hareket planları üzerinde beraber çalıştık. Bir birimize ahd ve peyman verdik. Şeyh Said bana ayrıca, Bitlis ve civarındaki hoca ve şeyhleri ve bilhassa Hizan şeyhlerini hareketimize katılmaları hususunda ikna’ etmeye çalışmamı rica etti... Ben döndüm Van’a geldim, oradan da Bitlis’e gittim. Bitlis’teki şeyh ve hocalara hareket hakkında bilgi verdim. Sonra yine Van’a döndüm. Bir sene sonra da, yani 1924 de karar gereğince Diyarbekir’e Şeyh Said’le buluşup görüşmek için gittim. Fakat görüşemedim.. ve ila ahir...” İşte, şu söylenen sözlerin kesin olarak bir düzme ve uydurma olduğu ve Üstâd’ın hayatında bunların yeri ve mekanı olmadığını isbat ediyorum. şöyle ki: Bir kere 1923 Mayısında Şeyh Said’in böyle bir hareketi tasavvur ettiğine dair hiçbir delil ve rivayet yoktur. Gelen bütün rivayetler Şeyh Said, 1924 ün ilk güz aylarında mutasavvar kıyamını planladığını göstermekte ve söylemektedirler. Saniyen: 15 Mayıs 1923’de Hazret i Üstâd henüz Ankara’dan ayrılıp Van’a ulaşmış değildir. Bunu gösteren onu Ankara’dan alıp, Van’a gitmek üzere Gebze’ye kadar yolculuk için olan tren biletidir. Bu bilet 17.4.1339 Rumi = (14 Mayıs 1923)’e kadar muteberdir diye yazılıdır. Biz faraza bu biletin alındığı gün olan 31 Nisan 1923 de Hazret i Üstâd’ın Ankara’dan ayrıldığını farzetsek bile, Üstâd’ın Rumi 15 Mayıs 1339’da (yani Miladi 15 Mayıs 1923) henüz Van’a ulaşmadığı görünmektedir. Çünkü Ankara’dan Gebze’ye kadar trenle, oradan da Vapurla Trabzon’a, Trabzon’dan da karayolu ile Van’a kadar gelmesi en azından bir yirmi gün kadar sürmüş olması lazımdır. Buna göre ancak Rumî 18 Mayıs’da Van’a henüz ulaşmış oluyor. Eğer biletin alınışından bir hafta sonra bu seyahat başlamışsa, Rumi Mayıs 24’de ancak Van’a ulaşması mümkün olmuştur. Ayrıca da Üstâd Hazretleri Van’a gider gitmez; Şeyh Said’den hemen(!) mektup gelmişse ve Hazret i Üstâd aynı günde ona cevab göndermişse.. ve bu cevab en erkenden Van’dan Erzurum’a , Şeyh Said’e dört gün sonra ulaşmış ise.. ve Şeyh Said’in ikinci cevabı da dört günde Van’a gelmişse, eder sekiz gün.. Sonra Üstâd Hazretleri hemen Van’dan kalkıp Erzurum’a doğru yola koyularak dört günde oraya ulaşmışsa olur on iki gün. Biz bu oniki günü Rumi 18 Mayısa eklesek, eder 30 Mayıs .. şayet ikinci hesaba göre 24 Mayısa eklesek eder 7 Haziran 1339 .. İşte düzmece olan yalan bu vechiyle de ortaya çıkmış oluyor. Salisen: Bu kitapta bu mevzu ile alakadar kaydedilmiş Üstâd’ın bütün ifadeleri ve diğer bütün deliller, belgeler ve şahidlerin ifadeleri ve o belgelerin Üstâd tarafından tashih ve tasdikleri, bu düzmece olan rivayetin kökünden yalan olduğunu gösterir. Rabian: Hazret i Bediüzzaman gibi cesaret, kahramanlık, fedekârlık ve her zaman ahde ve va’de vefadarlıkla mücehhez ve mümtaz bir din allamesi bir hidayet mürşidi ve bir kahraman mücahid; uydurulmuş olan rivayetteki iddialara göre Haşa! Şeyh Said’le kıyam hakkında buluşup sözleşsin, ahd u peyman versin ve o yolda bazı hareketlerde bulunsun.. Amma sonra, kendisine danışan bütün insanları o harekete karışmamalarını tavsiye etsin, vaz geçirsin. Kendiside gitsin, mağarasında inzivaya çekilsin ve o harekete yakından ve uzaktan alakadar görünmesin!.. Hayır, kat’a ve asla! öylesi nâmertlikler, öylesi döneklikler ve ahde vefasızlıklar Hazret i Bediüzzaman’ın damen i muallasına ulaşamaz ve ulaşması da mümkün değildir. . Ve bu gibi rivayetleri uyduran kimseler ya nâdan cahil kimselerdir ki; kendi dedelerini yüceltmek için bilerek veya bilmeyerek Bediüzzaman’ı küçük düşürmeye yeltenmiş olabilirler.. Yahut da direkt olarak Bediüzzaman’ı o gibi nâseza ve şaibeli vasıflarla, lekelendirmek istemişlerdir. Her neise.. Ayrıca, Hz. Üstâd’ın 1923 yılında Van’a geldikten ta sürgün olarak alınıp götürüldüğü tarih olan 25 şubat 1925’e kadar Van’dan hiç ayrılmamıştır. Diyarbekir’e gitti ve saire isnadlar yalandır. Van’daki bütün dost ve talebeleri buna şahiddir. Bu meselede geniş izahat isteyenler, bizim mezkûr kırk sayfalık broşürümüze bakabilirler. Kör Hüseyin Paşa Meselesi Şeyh Said ile Bediüzzaman Hazretleri’nin mektuplaşma hikâyesini burada geçen tahlil ile noktalarken; aynı hadisede ayaklananlara katılıp, katılmama hususunda Hazret i Üstâd Bediüzzaman’la istişarede bulunmuş, şark’ta kuvvetli nüfuza sahib, Haydaran Aşireti Reisi ve Hamidiye yüksek rütbeli Mirliva Paşası Kör Hüseyin Paşa hakkında da bazı tahlillerin burada yapılması zarurî görülmüştür. şöyle ki: Van’lı Molla Hamid Efendi’nin müşahedeye dayanan anlatmış olduğu rivayet tarzına tamamen zıd ve muhalif şekilde bazı rivayetler ortaya atılmış ve çeşitli yorumlara tabi’ tutulmuştur. Bu mes’eleyi, ilk önce Avukat Bekir Berk bazı mahkeme müdafaalarında gelecek şekliyle kaydettiği gibi; daha değişik bir tarzda “Bilinmiyen Taraflarıyla Said i Nursî” kitabında önemli şekilde kaydedildi. Bunlardan da iktibasen, Ahmed şahin Hoca “İslâm Büyükleri” adlı kitabında şekil ve biçim bakımından biraz daha farklı bir tarzda hadiseyi yorumlayarak dercetti. Anlatılan bu rivayetlerin kaynağı ise, Van Çoravanisli merhum Ali Çavuş’dur. Kavl i âhad olan bu rivayet, Molla Hamid’in rivayeti gibi şahidler gösterilerek nakledilmemiştir. İlerdeki tahlilde görüleceği üzere, Ali Çavuş’tan edilen rivayet şekli, Merhum Molla Hamid’in rivayetinden çok farklı ve tamamen ayrı ve zıd şekildedir. Merhum Ali Çavuş’u gerçi biz de bir kaç kere dinlemişizdir. Anlatıldığı şekildeki, rivayeti ondan dinlemedik. Burada hemen şunu da belirtelim ki: Merhum Ali Çavuş celâlli ve cezbeli bir zat idi. Özellikle Hazret i Üstâd ile ilgili hatıraları anlatırken; Üstâd’ın ismi geçtiği zaman daha çok celâllenir, adeta cezbeye gelirdi. Konuşurken, bağıra bağıra konuşurdu. Her ne ise ... | |
| | | İsRa.. GaYYuR
Mesaj Sayısı : 258 Kayıt tarihi : 30/01/09
| Konu: Geri: ŞEYH SAİD HADİSESİ HAKKINDA DIR C.tesi Ocak 31, 2009 9:10 pm | |
| ... Arapça bir darb ı mesel vardır: Türkçe meali: “Bir şeyi muhafaza ediyorum derken, bir çok şeyleri kaybediyorsun.” Bu darb ı mesel gibi, mevzumuzdaki meseleler, rivayetler anlatılırken; Hazret i Üstâd’ın o gibi hadiselerden teberrisini anlatıyorum diye, öbür tarafta hem İslâmî itikadın, hem dinî gayretin nezâket ve hassasiyetini incitme şeklindeki bazı manevî hukukları çiğnemenin doğru bir iş olmaması gerektir kanaatındayız. Hüseyin Paşa hadisesi münasebetiyle, Hazret i Üstâd ile ilgili bir iki şahs ı aherin de aynı mevzuya benzer bir iki rivayetleri de anlatılmaktadır. Mevzu’un müşterek tarafı olduğu için, bunları beraberce ele alarak biraz uzunca bir tahlili yapmak isteriz, şöyle ki: Üstâd Bediüzzaman’ın vefatından dört beş sene sonra, yani 1965’lerden başlayıp bugüne kadar yayınlanan bazı kitaplarda, Bediüzzaman’ın menfî kavmiyetçilik aleyhindeki rivayet yollu söz ve hatıraları anlatılmıştır. Bunların içinde özellikle Konsolidçi Asaf Bey’in bir rivayetiyle; Mevlanzade Rıf’at ve Bediüzzaman arasında geçen “Kürt Devleti’ni kurma” hususunda mektublaşmalarını.. Ve Kürdistan Teâli Cemiyeti Reisi Abdülkadir Beyefendi’nin, Bediüzzaman’ı kurduğu cemiyete girmesi için davet etmesine karşı, Bediüzzaman’ın sarfettiği sözleri.. Ve nihayet şark’ta Şeyh Said hadisesiyle başlıyan olayda, Van dolaylarındaki Kürt âşiret reislerine çok sert çıkışlı cevabları ve saire, çokça göze çarpmaktadır. Adı geçen kitaplarda sözü edilen o rivayetler nakil yoluyla geldiği, yani şahısların birer ifade ve beyanları olarak vürud ettiği için, tarihî vesikalığı itibariyle “Ne mertebededir” diye üzerinde duruldu ve görüldü ki: İlk evvela, merhum Eşref Edip’in 1965 senesinde yayınladığı “Risale i Nur Muarızı Yazarların İsnatları Hakkında İlmî Bir Tâhlil” isimli kitabında mezkûr konular ele alınmış ve “Konsolidçi Asaf Bey halen hayattadır ve Bediüzzaman’ın Mevlanzade Rıf’at’a verdiği cevabî mektubu da kendisinde mevcuttur” diyordu. Merhum Eşref Edib, mezkûr kitabında”(29) Mevlanzade Rıf’at’ten bahsederken şöyle demektedir: “Yine bir vakit, Mevlanzade Rıf’at namında birisi, Kürdistan Devleti kurmak fikriyle, Kürt Teali Cemiyeti kurmuştu. Bu cemiyetin reisliğine Bediüzzaman’ı getirmek için yaptıkları teklife: “Yaptığınız milleti parçalamaktır. Millete ihanettir. Ben sizin cemiyetinize giremem” diye şiddetli bir surette reddetmiştir. Bu red mektubu halen hayatta bulunan Konsolidçi Asaf namiyle ma’ruf ihtiyar bir gazetecidedir.” Eşref Edip, aynı kitabında yine bu mevzuun öbür yönünü ele alarak der ki: “...Ezcümle mütareke devrinde, Kürt Teali Cemiyeti’nin reisi Abdülkadir’in; kendisini kavmiyetçiliğe yönelen faaliyetlerine iştirâke davetlerine karşı, Merhum Said i Nursî şu cevabı vermiştir: “Allah ü Zülcelal Hazretleri Kur’ân ı Kerim’de: “Öyle bir kavim getireceğim ki; onlar Allah’ı sever, Allah da onları sever” buyurmuştur. Ben bu beyan ı İlâhî karşısında düşündüm, bu kavmin Türk milleti olduğunu anladım. Bu kahraman millete hizmet yerine ve dörtyüz elli milyon hakikî Müslüman kardeş bedeline birkaç akılsız, kavmiyetçi kimselerin peşinden gitmem”(30) şeklinde yazmıştır. Merhum Eşref Edib’in bu tesbitleri, az ilerde gelecek diğer bazı kitaplardakine uymadığını, ayrıca da tesbit şeklinin bizzat kendisinin tahkikli araştırması neticesi olmadığını.. Tesbit kendisine ait olsa da, hatalı ve mütenakız olduğunu ispat ederek ortaya koymak üzere, bir mukaddeme serdediyorum, şöyle ki: Merhum Eşref Edip Bey’in bu tesbitine göre; Mevlanzade Rıf’at, Hakkârili Seyyid Abdülkadir Efendi’den çok zaman önce Kürt Teali Cemiyeti’ni kurduğunu.. Hakkârili Seyyid Abdülkadir’in ise, mütareke devrinde bu cemiyete reis seçildiğini görüyoruz. Bu her iki kurucu şahsın da, o cemiyeti kurmalarındaki gayeleri, Kürdistan devletini teşkil etmek için bir ön çalışma olduğunu anlıyoruz. Bediüzzaman Hazretleri de, ayrı ayrı zamanlarda kendisini cemiyetlerine davet eden bu adamlara karşı şiddetle çıkıştığını fehmediyoruz.[b] | |
| | | | ŞEYH SAİD HADİSESİ HAKKINDA DIR | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
|
|
|