İşte, eğer aklın evhamda boğulmamış ise anlarsın ki:
(Sözler - 295)
İ'lem Eyyühel-Aziz! Bazan bir şeye şiddetli muhabbet, o şeyin inkârına sebeb olur. Ve keza şiddet-i havf ve gayet azamet ve aklın ihatasızlığı da inkâra sebeb olur.
(Mesnevi-i Nuriye - 103)
Fakat bazı kelimeleri tayyettik. Müfritane hüsn-ü zandan gelen cümleleri ta'dil ettik, gücenmeyiniz.
(Kastamonu Lahikası - 92)
müfritane bir hüsn-ü zan suretinde göründü.
(Kastamonu Lahikası - 249)
Öyle ise, sözde "Kim söylemiş? Kime söylemiş? Ne için söylemiş? Ne makamda söylemiş?" ise bak. Yalnız söze bakıp durma.
(Sözler - 430)
bazı müfritane tabirleri, ya hatırları için veya hüsn-ü zanlarını kırmamak fikriyle kısmen ta'dil ile kabul ve sükût ederim.
(Emirdağ - 1 - 166)
Hem o bedbaht, kendi kendine zulmetmiş. Gündüz gibi güzel bir hakikatı ve parlak bir vaziyeti, basiretsizliği ile kendisine muzlim ve zulümatlı bir evham, bir cehennem şekline getirmiş. Ne şefkate müstehaktır ve ne de kimseden şekvaya hakkı vardır.
(Sözler - 37)
Zira Allah namına iftira eden, yalan söyleyen en edna bir dereceye düşer.
(Sözler - 187)
dağ misillü mes'elelerin sorulmasının lüzumu varken, sinek kanadı kadar ehemmiyeti olmayan ve hiç bir medar-ı mes'uliyet olmayan cüz'î ve şahsî ve garazkârların iftiralarıyla habbe, kubbeler yapılmış
(Şualar - 377)
Gıybet edilen adam hazır olsa idi ve işitse idi, kerahet edip darılacaktı. Eğer doğru dese, zâten gıybettir. Eğer yalan dese; hem gıybet, hem iftiradır. İki katlı çirkin bir günahtır.
(Mektubat - 276)
Kardeşlerime tavsiye ediyorum ki: İnşikaka ve iftiraka sebebiyet veren münakaşa etmesinler. Yalnız müdavele-i efkâr suretinde niza'sız mübahaseye alışsınlar.
(Lem'alar - 106)
Benim şahsımı çürütmek fikriyle, bir kısım resmî memurlar, hiç kimsenin inanmayacağı isnadlarda bulundular. Pek acib iftiraları işaaya çalıştılar. Fakat kimseyi inandıramadılar.
(Lem'alar - 258)
işitenleri güldürecek ve hakperestleri ağlattıracak iftiraları ve uydurmalarıyla ehl-i insafa gösterdiler ki; Risale-i Nur'a ve şakirdlerine ilişmeye, kanun ve hak cihetinde imkân bulamıyorlar, divaneliğe sapıyorlar.
(Lem'alar - 259)
Ben de derim: Hey bedbahtlar! Eğer dünya ebedî olsaydı ve insan içinde daimî kalsa idi ve insanî vazifeler yalnız siyaset bulunsaydı, belki bu iftiranızda bir mana bulunabilirdi.
(Şualar - 370)
Bunun bu iftira ve isnad ve hatasından el'iyazü billah derim. Böyle hiç kimsenin hatırına gelmeyen ve bizi bilen hiç kimseyi kandırmayan isnadları, elbette kanun, siyaset ve idarenin haricinde bunda dehşetli bir mana hükmediyor ki; şeytanın da kimseyi inandıramadığı iftirayı ediyor.
(Şualar - 415)
Kubbe habbe edildi. Yoksa hakkımızda habbeyi kubbe yapanlar bundan istifade edip, aleyhimizdeki iftiralarını çoklara inandıracaklardı.
(Şualar - 500)
O iftiraları hiç hükmündedir.
(Şualar - 532)
Her ne ise; böylelerden böyle iftiralar, binden bir tesiri bize olmadığı gibi, inşâallah daire-i Nur'a da zararı olmayacak. Size söylediğim gibi, memurun iftiranamesine çok ehemmiyet vermeyiniz, zihninizi bulandırmasın.
(Şualar - 532)
iftirayı işiten bütün münevverlerin kalbleri sızlamış ve hattâ ağlamış, dişleri gıcırdamıştır. Yirminci asır pozitif fikirlerin hükümran olduğu bir zamandır. Delilsiz, isbatsız şeylere inanılmıyor ve inanmıyoruz.
(Şualar - 547)
en büyük bir iftiradır ve kat'iyyen afvedilmez bir cürümdür.
(Şualar - 555)
bu şekil iftiralarla bizi ezmeğe çalışanların şerlerinden Allah'a sığınıyoruz.
(Şualar - 555)
Risale-i Nur'un fevkalâde kıymetini kırmak fikriyle şeytanların bile hatır u hayaline gelmeyen bir iftira, resmî makamını işgal eden bir adam yaptı. Ve demiş: "Gecede tablalarla baklavalar, fahişe ve namussuzlar yanına gidiyorlar." Halbuki benim kapım gecede dışarıdan ve içeriden kilitli, hem sabaha kadar bir bekçi o bedbahtın emriyle kapımı bekliyordu. Hem buradaki komşular ve bütün dostlar bilirler ki; ben işâ' namazından sonra, tâ sabaha kadar hiç kimseyi yanıma kabul etmemişim. İşte böyle bir iftiraya bir sefih, ahmak insan eşek olsa, sonra şeytan olsa, buna ihtimal vermez. O adam anladı, o gibi plânlardan vazgeçti, buradan başka yere cehennem olup gitti. Onun resmiyet cihetiyle beni değil, belki Nurcuları lekedar etmek için kurduğu plânı ile, bu yeni hâdiseyi vesile edip şakirdlere leke sürmek istenildi. Fakat hıfz u himayet ve inayet-i İlahiye, o plânı da hârika bir tarzda akîm bıraktı.
(Emirdağ - 1 - 264)
Öyle ise, sözde "Kim söylemiş? Kime söylemiş? Ne için söylemiş? Ne makamda söylemiş?" ise bak. Yalnız söze bakıp durma.
(Sözler - 430)
sû'-i zandan kurtarmak için مَنْ كُنْتُ مَوْلاَهُ فَعَلِىٌّ مَوْلاَهُ gibi mühim hadîslerle Ali'yi (R.A.) teselli ve ümmeti irşad etmiştir.
(Lem'alar - 23)
fakat bazı kelimeleri tayyettik. Müfritane hüsn-ü zandan gelen cümleleri ta'dil ettik, gücenmeyiniz.
(Kastamonu Lahikası - 92)
Sakın sakın münakaşa etmeyiniz, casus kulaklar istifade ederler. Haklı olsa, haksız olsa bu halimizde münakaşa eden haksızdır. Bir dirhem hakkı varsa, münakaşa ile bin dirhem bizlere zararı dokunabilir. Bir zaman Eskişehir hapsinde titiz kardeşlerime söylediğim bir hikâyeyi tekrar ediyorum: Eski harb-i umumîde Rusya'nın şimalinde doksan zabitimiz ile beraber bir uzun koğuşta esir olarak bulunuyorduk. O zâtların bana karşı haddimden çok ziyade teveccühleri bulunmasından, nasihatla gürültülere meydan vermezdim. Fakat birden asabiyet ve sıkıntıdan gelen bir titizlik, şiddetli münakaşalara sebebiyet vermeye başladı. Ben de üç-dört adama dedim: Siz nerede gürültü işitseniz, gidiniz haksıza yardım ediniz. Onlar dahi öyle yaptılar, zararlı münakaşalar kalktı. Benden sordular: "Neden bu haksız tedbiri yaptın?" Dedim: Haklı adam, insaflı olur; bir dirhem hakkını, istirahat-ı umumînin yüz dirhem menfaatine feda eder. Haksız ise ekseriyetle enaniyetli olur, feda etmez, gürültü çoğalır.
(Şualar - 321)
İnadın Gözü, Meleği Şeytan Görür
İnadın işi budur: Şeytan yardım ederse birisine "melek" der, rahmeti de okutur.
Muhalif tarafında eğer meleği görse; libasını değişmiş, onu şeytan zanneder, adavet lanet eder.
(Sözler - 718)
verdikleri azab ve sıkıntıdan onlara hakkımı helâl ettim.
(Şualar - 429)
Arkadaşlar! Durmayınız... Sizlere hakkımı helâl ettim, beni bırakınız, siz kendinizi kurtarmaya çalışınız
(Tarihçe-i Hayat - 114)
onları hem kendime mübarek kardeş, hem dost bildim; hakkımı helâl ettim.
(Emirdağ - 2 - 40)
Fevkalâde sadakat ve sebat ve müfritane irtibat ve ihlas lâzımdır. Onda terakki etmeliyiz.
(Kastamonu Lahikası - 89)