NUR DERSi - NUR DERSLERi
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

NUR DERSi - NUR DERSLERi


 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap
EN SON PAYLAŞILAN KONULAR
Konu Yazan GöndermeTarihi
Ptsi Mart 16, 2009 11:19 am
Ptsi Mart 16, 2009 11:19 am
Paz Mart 15, 2009 2:38 pm
Cuma Mart 13, 2009 1:54 pm
Cuma Mart 13, 2009 1:52 pm
Cuma Mart 13, 2009 1:50 pm
Perş. Mart 12, 2009 7:30 pm
Perş. Mart 12, 2009 11:55 am
Perş. Mart 12, 2009 11:53 am
Perş. Mart 12, 2009 10:53 am
Salı Mart 10, 2009 11:46 am
Paz Mart 08, 2009 10:41 pm
C.tesi Mart 07, 2009 4:18 pm
Perş. Mart 05, 2009 1:29 pm
Perş. Mart 05, 2009 1:21 pm
Perş. Mart 05, 2009 11:12 am
Perş. Mart 05, 2009 12:34 am
Perş. Mart 05, 2009 12:32 am
Perş. Mart 05, 2009 12:32 am
Perş. Mart 05, 2009 12:31 am
Perş. Mart 05, 2009 12:31 am
Perş. Mart 05, 2009 12:28 am
Perş. Mart 05, 2009 12:28 am
Perş. Mart 05, 2009 12:27 am
Perş. Mart 05, 2009 12:27 am

 

 Esmâ-i Hüsnâ (2)

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
MUSTAFA ÇAĞRI
GaYYuR
GaYYuR
MUSTAFA ÇAĞRI


Mesaj Sayısı : 54
Kayıt tarihi : 31/01/09

Esmâ-i Hüsnâ (2) Empty
MesajKonu: Esmâ-i Hüsnâ (2)   Esmâ-i Hüsnâ (2) Icon_minitimePaz Şub. 01, 2009 3:27 pm

Esmâ-i Hüsnâ (2)
Fethullah Gülen, Sızıntı, Mart 2006, Cilt 28, Sayı 326
01.03.2006
Bir kısım ulema, esmâ-i ilâhiye tevkîfîdir; Sahib-i Şeriat'tan şerefsudur olmayan isimler esmâ-i hüsnâdan sayılmaz, hele herhangi bir obje veya hâdisenin arkasında o obje ve o hâdiseye münasip birer isim belirleyip onları da ilâhî esmâdan saymak kat'iyen doğru değildir, demişlerdir. Ancak, Kur'ân-ı Kerim'de farklı isimlere esas teşkil edecek bir hayli fiilin bulunduğu da bir gerçektir. Ayrıca, Cenâb-ı Hak her ismini bize bildirmiş de değildir. Efendimiz'in: اَللّٰهُمَّ إِنِّي عَبْدُكَ وَابْنُ عَبْدِكَ وَابْنُ أَمَتِكَ... duasında işaret buyurdukları gibi, Allah'ın ismi olarak zikredilen esmâ-i hüsnâsının yanında, Kur'ân veya herhangi bir kitapla indirdiği, özel mahiyette bazı kullarına bildirdiği veya nezd-i ulûhiyetinde başkalarından ketmettiği isimleri de vardır. Ne var ki, O bunları bildirmezse kimse de bilemez. Biz ancak Sahib-i Şeriat'ın Kur'ân'la ve Sünnet'le bildirdiği esmâyı bilebiliriz. Hadiste Ebu Hüreyre'den rivayet edilen, -farklı kitaplardaki farklı rivayetler mahfuz- doksan dokuz esmâ-i ilâhiyedir. Vakıa, esmâ-i hüsnâ hadisini az bir farkla Selman-ı Fârisî, Abdullah bin Abbas, Abdullah bin Ömer ve Hazreti Ali de nakletmektedirler ama, hadis kriterleri açısından bu rivayetler zayıf bulunduğundan itibar görmemiş ve iştihar etmemişlerdir. Burada doksan dokuzun kesretten kinaye olduğunu söyleyenleri hatırlatmada da yarar var.

Esmâ-i hüsnâ tevkîfîdir diyenler, Kitap ve Sünnet-i Sahiha'da rivayet edilenlerin dışındaki herhangi bir ismi Cenâb-ı Hakk'a nisbet etmeyi uygun bulmamışlardır. Böyle bir tesmiyeyi uygun bulmamanın yanında, esmâ-i hüsnâdan addedilen isimlerden, müstakillen zikredildiklerinde Kur'ânî Zât-ı Ulûhiyet mülâhazasına uygun düşmeyen veya edebe münafi görünen esmâ ile de O'nun anılmasını tasvip etmemişlerdir. Bu cümleden olarak, "Züntikam", "Dârr", "Cebbâr", "Kâbız"... gibi isimleri müstakillen zikretme yerine "Azîzün Züntikam", "Dârr u Nâfi'", "Kâbız u Bâsıt" demeyi tercih etmişlerdir. Kudretin umûr-u hasiseye mübaşeretine karşı esbabın vaz'edilmesi esprisiyle diyebiliriz ki, Zât-ı Ulûhiyet mülâhazalarında mü'minler her zaman edep dairesi içinde hareket etmeli, saygılı olmalı ve hep hürmet hissiyle oturup kalkmalıdırlar. Allah, her şeyi yaratandır ama, onlar bu konuyu tâmime bağlamalı ve müstakillen "Hâlıku'l-hınzîr", "Hâlıku'l-kıred"... gibi ifadelerle üslup bozukluğuna düşmemelidirler. Vakıa, böyle bir tenzihte de aşırılığa girerek Mutezile gibi, "Allah habâisi, çirkin şeyler ve kabîh işleri yaratmaz" deme ifratına da düşülmemelidir. Zira, hayrı da şerri de yaratan O'dur; çirkinliklere gelince onlar sebebiyet verenlere aittir ve onlara nisbet edilir. Böyle bir yaklaşım, sıfât-ı mâneviyeyi gözetmenin yanında, ilâhî şe'n, evsâf ve esmâ-i ilâhiyenin ahkâmına da riayet etmenin gereğidir: Bir kere Allah, hem azamet ve izzet sahibi hem Rahmanu'r-Rahîm, hem Kâhir hem Hakîm, hem Şedîdü'l-ikab hem Sabûr, hem Celîl hem Cemîl, hem Âdil hem de Halîm'dir. O'nun hakkındaki mülâhazalar hep bu tür nuût-u ilâhiye ve esmâ-i sübhaniyeden hâsıl olan umumi mânâ ve mazmun çerçevesinde değerlendirilmelidir.

O'nun isimleri, diğer varlıklara verildiğinde bu müsemmânın hususiyetine göre anlaşılan mânâ, mikyas ve çerçevesiyle değil, o müteâl Zât'ın münezzehiyeti, mukaddesiyeti esasına göre ele alınarak yorumlanmalı ve tenzih esprisine bağlı kalınmalıdır: Meselâ, muhâdaa, keyd, mekr, istihza, hizy ve emsali kelimeler mutlaka ulûhiyet hakikatine ve şe'n-i rububiyete uygun birer tevil ve üslupla ifade edilmelidir. Zira, isimlere saygı ve onlarda tenzih ve takdis üslubuna riayet, Müsemmâ-i Akdes'e tazim ve O'na hürmetin ifadesidir. Hatta bazılarına göre sadece esmâ-i ilâhiye değil, onların tecelli alanı, merâyâ ve mecâlîsi olan ef'âl-i ilâhiye ve mahlûkat-ı rabbaniye dahi -Cenâb-ı Hak kendini onlarla bildirmesi itibarıyla O'na delâlet, şehadet ve işaretleri açısından- ayıp, kusur ve eksiklik gibi mülâhazalardan mukaddes ve müberra addedilmişlerdir. Onlar bu mülâhazalarıyla, ef'âl-i ilâhiyeyi takdir, esmâ-i hüsnâyı tenzih ve Zât-ı Akdes'i tazim gibi önemli bir hususa işaret etmek istemişlerdir; evet her şey, kendi varlık ufku itibarıyla ve mahlûkiyet mertebesi açısından:


عِبَارَاتُنَا شَتَّى وَحُسْنُكَ وَاحِدٌ
وَكُلٌّ إِلَى ذَاكَ الْجَمَالِ يُشِيرُ


fehvasınca, farklı beyan, farklı şive ve farklı ifadelerle hep O'nu dillendirmektedir. İnsan bir kere varlığa vicdan mekanizmasıyla bakabilse ve azıcık hâdiselerin diline kulak verse, canlı-cansız her şeyde –Hoca Tahsin'in de Türkçe bir manzumesinde ifade ettiği gibi- :


تَأَمَّلْ سُطُورَ الْكَائِنَاتِ فَإِنَّهَا
مِنَ الْمَلَإِ الْأَعْلَى إِلَيْكَ رَسَائِلُ


sözlerinin nümâyan olduğunu görecektir. Nasıl olmasın ki, bir mânâda O'nun Zât'ı o sutûr-u kâinatla ilan edilmekte; O'nun ilmi, hayatı, kudreti ve iradesi onlarla seslendirilmekte; esmâ-i sübhaniyesinin değişik tecelli dalga boyundaki farklılıkları onlarla ortaya çıkmakta ve her şey onlardaki nizam, intizam, ahenk ve sanatın ince nakışlarıyla bize iç içe şölenler yaşatmaktadır.

Bir kere daha hatırlatmakta yarar görüyorum: esmâ-i hüsnâ adına en sıhhatli rivayet Ebu Hüreyre'nin rivayeti olsa da, ulemanın büyük çoğunluğuna göre ilâhî isimler bu hadis-i şerifte rivayet edilenlere münhasır değildir. Aksine hem Kitab-ı Mübîn'de hem de Sünnet-i Sahiha'da sarâhaten ve zımnen zikredilen daha bir hayli esmâ-i ilâhiyenin mevcudiyeti söz konusudur. İhtimal doksan dokuz esmâ-i mübareke, dua, tazarru, niyaz ve hususi teveccühler itibarıyla özel bir önem arz etmektedir. Yoksa, yukarıda da işaret edildiği gibi doksan dokuz esmânın yanında, hususi bazı şahıslara bildirilen ve hiç kimseye açılmayan değişik isimler de vardır. Hatta, Kur'ân'da fiil ve sıfat şeklinde bulunanlarla bazı hadis kitaplarında 100, 125, 133, 155, 167, 305, 313, 552, dahası bazı ehl-i beyt kaynaklarına göre 1000 olduğuna dair rivayetlerin bulunduğu da söz konusudur.

Bazı kültürlerde, Cenâb-ı Hak, Zât-ı Ulûhiyet mülâhazasına ters düşmeyen, Kadîm, Ezelî, Ebedî, Sermedî, Dâim, Vâcibü'l-vücud, Sâni', Mukallibu'l-kulûb, Musarrifu'l-kulûb... gibi ad ve unvanlarla da anılmaktadır. Bizdeki Tanrı'yı ve İranlıların Hudâ'sını da aynı çerçevede mütalâa edebiliriz. Ancak bunca esmâ arasında, ta'dat edilince Cennet'e girme vaadi Ebu Hüreyre hadisiyle irtibatlı olarak rivayet edilmiş gibidir.. işin doğrusunu Allah bilir; tabiî ta'datla kastedilen hususu da.. hadis şârihleri; bunları belleyip vird-i zeban etme, Zât-ı Ulûhiyet hakikati mülâhazasında bu isimlerin bütününün birden nazara verdiği mazmun ve mefhuma saygılı olma, onları okuyanların okudukları isimlerde ilâhî ahlâkı görüp onunla ahlâklanması; bunların arka planındaki esrâr-ı esmâyı duymaya çalışma, bu mübarek isimleri duyarak ve hissederek tekrar ede ede iç dünyalarını aydınlatma şeklinde anlamışlardır.

Bütün esmâ-i hüsnânın mukaddesiyeti müsellem, ancak bunlardan Allah, Rahman, Rezzâk, Kuddûs, Muhyî, Mümît, Mâlikü'l-Mülk, Zü'l-celâli ve'l-ikram, Ekber, A'lâ, Hâlık, Allâmü'l-Guyûb... gibi isimlerin Allah'tan başkası hakkında kullanılması tecviz edilmemiştir. Kullanılacaksa bu esmâ-i mübarekenin önüne "abd" gibi bir kelime ilave edilerek kullanılması uygun görülmüştür. İlâhî isimlerin bu şekilde anlaşılması, yorumlanması ve ulûhiyete ait hakâikin bu çerçevede mütalâa edilmesi, İslâm ümmetine ve Kur'ân cemaatine mahsus bir imtiyazdır. Yaratan'la yaratılan arasındaki farklılığı arızasız ve kusursuz olarak aksettirmesi açısından böyle bir yaklaşım Zât-ı Ulûhiyet'in hakkı, Mâbud-u Mutlak olmasının lâzımı, bizim de vazifemizdir.

Zaten, Cenâb-ı Hakk'ın, zâtî, sübûtî, selbî ve haberî sıfatları da bu hakikati vurgulamakta ve bizi doğru bir Zât-ı Hak mülâhazasına çağırmaktadır. Bu itibarla, herhalde bize de, bir kısım sıfatları açısından O'na Alîm, Hayy, Kadîr, Semî', Basîr, Mürîd, Mütekellim demenin yanında, O'nun ulûhiyetine yaraşmayan acz, fakr, kusur, madde, cisim ve enerji türünden yakıştırmalardan, sapıkça lükslerden de uzak durmak; O'nun İbrahim Hakkı ifadesiyle, yemez içmez, zaman ve mekâna muhtaç olmaz bir Zât-ı Ecell ü A'lâ olduğuna itikat etmek düşer.

Bunlardan başka ehl-i hakikat, ilâhî isimleri, esmâ-i Zât, esmâ-i sıfât ve esmâ-i ef'âl olarak farklı bir tasnife tabi tutup esmâ-i Zât cetvelinde: Allah, Rab, Melik, Kuddûs, Selâm, Mü'min, Müheymin, Azîz, Cebbâr, Mütekebbir, Alî, Zâhir, Bâtın, Kebîr, Celîl, Mecîd, Hak, Metîn, Vâcid, Mâcid, Samed, Evvel, Âhir, Müteâlî, Ganî, Nur, Vâris, Zü'l-Celâl ve Rakîb gibi esmâ-i mukaddeseyi.. tecelli alanları itibarıyla, hayat, ilim, sem', basar, irade, kudret, kelâm gibi evsâf-ı sübhaniyeye dayanan esmâ-i sıfât çerçevesinde, Hayy, Şekûr, Kahhâr, Kâhir, Muktedir, Kavî, Kâdir, Rahman, Rahîm, Kerîm, Gaffâr, Gafûr, Vedûd, Raûf, Halîm, Berr, Sabûr, Alîm, Habîr, Muhsî, Hakîm, Şehîd, Semî', Basîr gibi esmâ-i mübarekeyi.. esmâ-i ef'âl unvanıyla da, Mübdi', Vekîl, Bâis, Mücîb, Vâsi', Hasîb, Muğîs, Hâfız, Hâlık, Bâri', Musavvir, Rezzâk, Vehhâb, Fettâh, Kâbız, Bâsıt, Hâfıd, Râfi', Muizz, Müzill, Hakem, Adl, Latîf, Muîd, Muhyî, Mümît, Velî, Tevvâb, Müntakim, Muksit, Câmi', Muğnî, Mâni', Dârr, Nâfi', Hâdî, Bedî', Reşîd esmâ-i mübecceleyi zikretmiş.. sonra, bütün isimlerin imamı olarak da Hayy, Alîm, Mürîd, Mütekellim, Kâdir, Cevâd, Muksit isimlerini işaretlemiş; esmâ-i celâliye başlığı altında, Kebîr, Azîz, Azîm, Celîl, Mâcid, Mümît, Dârr, Müntakim isimlerini hatırlatmış; esmâ-i cemâliye unvanıyla da, Rahîm, Selâm, Muhyî, Mü'min, Latîf, Rezzâk, Hallâk, Evvel, Âhir, Zâhir, Bâtın, Karîb gibi isimleri kaydetmiş ve bütün esmâ-i hüsnâyı, hakâik-i eşyânın, O'nun ilim, irade ve hikmetiyle âlem-i gaybdan âlem-i şehadete çıkmalarının vesilesi görmüş ve bu mübarek ve nuranî isimlerin, Müsemmâ-i Akdes'in hicabı ve nikabı olduğunu vurgulamışlardır. Her şeyin doğrusunu O bilir; bize de O'nun bildirdiklerine itikat etmek düşer. Bugüne kadar yapılan onca esmâ-i hüsnâ şerhinden sonra, yeni bir şerh teşebbüsünü şimdilik faydasız gibi görüyor ve


اَللّٰهُمَّ أَرِنَا الْحَقَّ حَقًّا وَارْزُقْنَا اتِّبَاعَهُ وَأَرِنَا الْبَاطِلَ بَاطِلاً وَارْزُقْنَا اجْتِنَابَهُ
وَصَلِّ وَسَلِّمْ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَآلِهِ وَصَحْبِهِ أَجْمَعِينَ


diyerek konuyu noktalamak istiyorum.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Esmâ-i Hüsnâ (2)
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Esmâ-i Hüsnâ (1)
» Esma-i Hüsna diliyle şuurla istemek

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
NUR DERSi - NUR DERSLERi :: İSLAM TARİHİ -VİDEO- MUHTELİF MEVZULAR :: DÜNYADA NUR HİZMETLERİ-
Buraya geçin:  
lemalarnuru@hotmail.com
Powered by phpBB © phpBB Group
Copyright © 2007 By Admin & Administrator
©PhPBB
Yetkinforum | ©phpBB | Bedava yardımlaşma forumu | Suistimalı göstermek | Son tartışmalar