Yıl, 1945. Emirdağı’nda küçük, sevimli bir kız çocuğu var. Bu sevimli kızcağız, Terzi Ahmet Urfalı’nın üç buçuk yaşlarındaki kızı Elveda. Elveda, hani tombul yanaklarından sıksan kan damlayacak güzellikte bir kızcağız. O yıllarda Emirdağ sürgünü olan Asrın İmamı Koca Sultan Bediüzzaman, her gün kırlara giderken yolu bu evin önünden geçer. Giderken ne hikmetse Elveda’yı görmeden geçmez. Bu sevimli yavruyu getirmesi için babası Ahmet’e seslenir:
“Ahmet kardeşim, Elveda’yı getir!”
Babası koşar, küçük kızı neredeyse bulur getirir. Üstad, başkasını değil, özellikle Elveda’yı ister. Kimbilir, belki bu sevimli kızın ismi de dünya misafirine faniliği hatırlattığı için hoş gelmektedir. Bir müddet onu sevip okşadıktan sonra, adeta sevme bedeli olarak kızcağıza bir yirmi beş kuruşluk verir ve gider. Hemen her gün bu böyle devam eder.
Bir gün mahallede üzücü bir olay olur. Elveda’yı komşunun köpeği yanağından ısırır! O tombul yanağı kanlar içinde kalır. Annesi o halini görünce feryad eder, “Vay yavrum, evladım!” diye telaşla bağırmaya başlar. Ama o da ne? Elveda, hiçbir şey yokmuş gibi ağlamaz. Üstelik büyük bir insan gibi annesini teselliye çalışır:
“Ağlama anne, merak etme, geçecek!” der.
Ahmet’in asker arkadaşı Mustafa Acet, bu olaydan Koca Sultan’ı haberdar eder. Üstad, Ahmet’i çağırtır:
“Neden çocuğu koruyamadınız, köpeğe ısırttınız?” diye çıkışır. Ahmet Urfalı:
“Üstadım farkında olamadık. Ama dikkatimizi çeken bir şey oldu. Annesi ağladığı halde Elveda hiç ağlamadı. Üstelik annesini de teselli etti” deyince Üstad:
“Elbette, onda Üstad’ının damarı var!” der.
Bu bilgileri babasından aldıktan sonra Elveda’yı merak ettik ve Emirdağı’nda arayıp bulduk. İki katlı evinin çiçekli bahçesinden girip üst kata çıktık. Çocukları kendisine haber vermişler. Merakla kendisini beklemeğe başladık. Yaşı şimdi altmışın üzerinde olan Elveda Hanım, nasıl biriydi acaba? Hepimizin gözü kapıdan girecek Elveda’daydı. Neden sonra şişmanca bir hanım içeri girdi. “Hoş geldiniz” dedikten sonra koltuğa oturdu. Yüzüne baktım. Yaşlı halinde bile hâlâ o çoçukluktaki tombul hali devam ediyordu. Sordum.
“Sen Elveda mısın?”
“Evet.”
“Kim verdi bu ismi sana?”
“Babaennemin ismiydi.”
“Üstadı hatırlıyor musun?
“Hatırlıyorum, yedi yaşlarındaydım.”
“Sizi severmiş, o zamanı hatırlıyor musunuz?”
“O zaman üç yaşlarındaydım. Onları çok iyi hatırlayamıyorum.”
“Kıra giderken Elveda’yı getirin der sizi severmiş. Bir kere elini öpmüşsün”
“Evet, babam yedi yaşındayken bana namaz kıldırırdı. Bir gün, ‘Bediüzzaman gelecek o elini vermez ama sen onun elini öp. Yalnız dikkat et, araba çiğner!” dedi. Taksi geldi. Babam, ”O insana elini vermez!” dedi ya. Ben de kafama koydum, mutlaka elini öpeceğim. Taksi geldi, bütün kızlar kadınlar koşturdu. Taksinin etrafını sardılar. Dirseğini taksinin camına koymuş, herkes cüppesinin üzerinden öpüyordu. Elini içerde saklıyordu. Ben arkadan koştum geldim, cübbesine yapıştım, hızla bir çektim, elini kurtaramadı, elinden öptüm. Bana baktı, “Fesuphanallah!” dedi. Başımı sıvazladı. “Allah sana ömür boyu hidayet versin!” dedi. Öbür çocuklar yapamadı. Kendimi o anda kuş gibi hafif hissettim.
Bir defa da, Bediüzzaman’ı rüyamda gördüm. Elimde Cevşen var. Kalabalık bir yerdeydi. Siyah cübbesi üzerindeydi. Bana, “Bunu devamlı okuyacaksın!” dedi. Anneme anlattım. “Kızım çok güzel!” dedi. Annem ona çok hizmet etti. Çamaşırlarını yıkardı. O zaman çamaşırları kaynatırdık. Onlardan mis gibi gül kokusu gelirdi. Çamaşırlarını kaldırırdım, inanın öyle güzel koku yayılırdı ki, sonra o koku annemin kabrinden de gelmeğe başladı.
“Bir de komşunun köpeği seni ısırmış, nasıl oldu?”
“O zaman küçüktüm. Köpek yüzümü ısırmış, kanıyormuş. Ben ağlamıyormuşum. Annem ağlıyormuş. Ben de ‘Ağlama anne geçecek!’ demişim.
Üstadımız bunu duymuş, babamı çağırmış, “Neden korumadınız?’ demiş. Babam benim ağlamadığımı söyleyince de, ‘Onda Üstadının damarı var!’ demiş. Üstad evin önünden her geçişinde bana el sallardı.
Bir defa da babam çok hasta olmuştu. Hiç yürüyecek hali yoktu. Üstad’ın yanına gitmiş, bitkin vaziyette.
“Keçeli niye geldin, neyin var?” demiş.
“Çok hastayım Üstadım!” demiş. Üstad “Bir şeyin yok’ deyip ona iki tokat atmış, ne hastalığı kalmış, ne bir şey.”
Onun duası bereketiyle bütün çocuklarım, damatlarım, gelinlerim ve torunlarım hep hayırlı, abdestli namazlı oldular.
Bir sıkıntı bir şey olduğunda onu tefekküre dalarım, sıkıntılarım kaybolur.”
“Elveda! Sen o koca Sultan’ın elinden tutup öptün ya, korkma, öbür tarafta da inşallah o seni bırakmaz, bize de dua et!” dedik.
”İnşallah” dedi ve devam etti:
“Bir gün dedem babama, ‘Hadi Üstad’ın yanına git!” demiş. Babam yanına gidince, ‘Baban sana ne dedi?’ diye sormuş. Babam susunca Üstad,
“Hadi git Üstadın yanına hizmet et’ dedi, değil mi?’ demiş.
Babam eve geldiğimde bunu dedeme anlatınca, dedem:
“Eyvah, onun kıymetini bilemedik. Ona çok hizmet edemedik, daha yakın olmalıydık!”
demiş.
Elveda’yla olan sohbetimiz, zaman zaman çok duygusal şekle büründü. O günlere giderek hislendi, gözleri yaşla doldu, bazen konuşması hıçkırıklarla kesildi.
Biz de Elveda’ya veda edip ayrıldık.
İhsan Atasoy