Beyza Ehl-i Hizmet
Mesaj Sayısı : 47 Kayıt tarihi : 02/02/09
| Konu: Adem’e (as) secde ediyor muyuz? Paz Şub. 08, 2009 11:31 pm | |
| Adem’e (as) secde etmek, Adem’e (as) secde etmekten ibaret değildir. Âdem (as) görünümündeki iradeye teslim olmaktır. Adem ki topraktan, sen ateş de olsan Adem’in toprağına değil, Adem’i topraktan var etmeyi tercih edene secde edersin. Kâbe ki taştan, sen insan da olsan, Kâbe’yi “hürmetli ev” kılana, seni o taşa doğru yönelmeye emredene secde edeceksin. Başka türlü hesaplar soktun mu araya, “başka türlü” olursun, “Sen-ben “ davasına girersin. “Ben” olarak “Sen” dediğin Rabbine büyüklenmeni, “Adem topraktan ama…” ambalajında saklarsın. Sanki O bilmiyormuş gibi kendine sakladığını ve kendinden bile sakladığını…
Melekler ve İblis Rabblerine itaatlerinde Âdem üzerinden sınandılar. Melekler kazandı, İblis kaybetti. Şimdi de her birimiz o sınamadayız. Kardeşimiz “Adem”ler (ve tabii ki “Havva”lar da…) üzerinden Rabbimize imanımız ve teslimiyetimiz sınanıyor. İhlas Risalesi’nin mihverini oluşturan, üzerimize ağır bir yükümlülük olarak geldiğini bile fark edemediğimiz “tefâni düsturu” böyle bir sınanmanın ekseni…
Kardeşin kardeşte fani olması… Ama nasıl? Ama niye? Kardeşini bir mümin olarak yanına koyan Rabbin, ondaki imana en az Kâbe kadar hürmet etmeni, ondaki İslam’ı en az Uhud Dağı kadar büyük görmeni bekliyor senden…
Nasıl ki Adem’in (as) varlığı, Rabbimizin iradesinin ete kemiğe bürünmüş halidir; kardeşimizin yanımızda “mümin” ve “Müslüman” sıfatıyla varlığı da, Rabbine nisbetle yaşamasının Kâbe kadar somutlaşmış halidir, Rabbine teslimiyetinin Uhud dağı büyüklüğünce gözle görülür, elle dokunulur şeklidir.
Kardeşimizin yanımızdaki varlığı “meşiet-i İlahiyye”nin tezahürüdür. Her bir kardeşimiz, imanın ete kemiğe bürünmüş halidir, İslam’ın sıcacık nefeslere dolanmış heykeli gibidir. Üstünlüğümüz o meşiete, o iradeye teslim olup olmamamız ekseninde gelişir. Kendimize kendimizden kaynaklanan üstünlükler atfetmeye başladığımızda, “ben ateştenim!” diyen İblis’le yoldaş olmanın yolunu döşemeye başlıyoruz. İblis, “ben, ben!” deyişini ateşten oluşuyla gerekçelendirdi. Doğrudan “ben!” demek yerine, yandan dolandı, bin dereden su taşıdı. Rabbine diklenmesini ise “…Ama Adem topraktan!” bahanesiyle kamufle etmeye kalktı, ipe un serdi.
Kardeşlerimizin çakıl taşı sıradanlığındaki ve küçüklüğündeki hataları, onların varlığıyla görünür kıldıkları “iman”ı ve “İslam”ı gözümüzde ve gönlümüzde önemsizleştirip küçültüyorsa, “ben ondan iyiyim!”savunmasına gerekçe hazırlıyoruz demektir. Yani, İblis’in asıl derdi, “o değil; ben!” demektir de, sözünü “ateş” ve “toprak”la süslemektedir. Sanki kendisi topraktan, Adem de (as) ateşten olsaydı, tavrı değişecekmiş gibi.. İblis’in asıl derdi, Adem’le de değildir! Adem’i (as) karşısına koyan Rabbiyledir. Asıl derdini söylemek yerine “ben mi Adem mi?” polemiği ile lafı gevelemektedir. Eğer, Rabbine karşı diklenmesi olmasaydı, ne toprağı, ne ateşi, ne Adem’i (as) dert edinirdi, Rabbinin çağırdığı yerde/halde hemen oluverirdi.
Şimdi bir kez daha düşünelim, İhlas’ın tarifini aldığımız ve İhlas Risalesi’nin başlığı olan ayet üzerinde.. “Ve kûmu lilllah…” “Allah için olunuz…” (Bakara, 238) Kendisinin sözde üstünlüğü hatırına ayakta kalan, secde etmekten geri duran İblis (ve yoldaşları) “Allah için oluyor/duruyor” değil. Kendisine sözde aşağılık atfedenleri de ciddiye alıp zillete düşen, alçaklığı kabullenen de “Allah için eğiliyor” değildir.
Şu halde, hatalarına ve kusurlarına rağmen, bizden üç günden fazla küsmeyi hak etmeyen iman ve İslam kardeşimizin arzularını kendi arzularımızın önüne geçirebiliyorsak, yani kardeşimizde fani olabiliyorsak, kardeşimizde değil, onu “iman”ın şahidi ve “İslam”ın hali olarak yanımıza koyan Allah’ta fani oluyoruz demektir. “Fenafi’lihvan”, bu zamanda, “Fenafillah”ın en zorlu ve en sahici şeklidir. Var mıyız?
senai@senademirci.net | |
|