«Bütün makasıd-ı hayatiye içinde en büyük, en mühim maksatları, o nurlu Sözler vasıtasıyla Kur’ân’a hizmet biliyorlar. Dünya hayatının netice-i hakikiyesi­nin ve dünyaya gelmekteki vazife-i fıtriyelerinin en mühimi, hakaik-i imaniyeye hizmet olduğunu telâkkile­ridir.» (Barla Lâhikası sh: 21)
«Hakaik-i imaniye, herşeyden evvel bu za­manda en birinci maksat olmak ve sair şeyler ikinci, üçüncü, dör­düncü derecede kalmak ve Risale-i Nur’la on­lara hizmet etmek en birinci vazife ve medâr-ı merak ve maksud-u bizzat olmak lâzım.» (K. Lâhikası sh: 117)
«Bu ikinci nefs-i emmârede şuursuz kör hissi­yat bulun­duğu için, akıl ve kalbin sözlerini anlamıyor ve din­lemiyor ki on­larla ıslah olsun ve kusurunu anla­sın. Yalnız tokatlar ve elemlerle nefret edip, veya tam bir fedailiğe her hissini maksadına feda etsin. Ve Risale-i Nur’un er­kânları gibi, herşeyini, enaniye­tini bıraksın.» (Kastamonu Lâhikası sh: 233)
«Küçük Ali, Risale-i Nur hizmetini dün­yada her­şeye tercihan hayatının en büyük mak­sadı yapması ve se­beb-i ihtilâfa karşı kuvvetli muka­vemeti bulundu­ğunu bu dört mek­tubunuz bana bil­dirdi.
Aynı sistemde, meselede alâkadar kahraman Tâhirî ve kah­raman Rüştü’nün dahi aynı hakikatte ve aynı ah­lâkta bulundukla­rını hiç şüphe etmiyoruz.» (Kastamonu Lâhikası sh: 242)
«Bu zamanda Risale-i Nur’da, nokta-i istinad ola­rak avam-ı mü’minînin en ziyade muhtaç oldukları ve Nurda bulduk­ları öyle bir hakikattir ki hiçbir şeye âlet ol­mayacak ve hiçbir garaz ve maksat, içine girme­ye­cek ve hiçbir şüphe ve vesveseye meydan vermeyecek ve hiçbir düşman ona bahane bulup çürütmeyecek ve yalnız hak ve hakikat için ona çalışanlar buluna­cak, dünya maksat­ları ona karışmayacak, tâ ki, uzakta olan ehl-i iman, o hakikate ve sâdık nâşirlerine tam itimad edip imanlarını, zındık­ların ve dinsizlerin, din aleyhindeki dehşetli filozof­ların itirazla­rından ve inkârlarından kurtarsınlar.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 214)
«Risale-i Nur hiçbir şeye âlet olamadı­ğını ve rıza-yı İlâhiyeden başka hiçbir mak­sada vesile olama­dığını ve doğrudan doğruya her­şeyden evvel iman haki­katlerini ders ver­mek ve biçare zayıfların ve şüpheye düşenlerin imanlarını kurtarmak olduğunu, elbette sizin gibi nurun has şakirdleri biliyorlar.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 272)
«Uzun seneler ihtiyarım haricinde olarak hizmet-i imaniyemi maddî ve mânevî kemalât ve terakkiyatıma ve azaptan ve Cehennemden kurtulmama ve hattâ sa­adet-i ebediyeme vesile yapmaklığıma, yahut herhangi bir mak­sada âlet yapmaklığıma mânevî gayet kuvvetli mâ­nialar beni men ediyordu. Bu derunî hisler ve il­hamlar beni hayretler içinde bırakıyordu. Herkesin hoş­landığı mânevî makamatı ve uh­revî saadetleri a’mâl-i saliha ile kazanmak ve bu yola müteveccih olmak hem meşru hakkı olduğu, hem de hiç kimseye hiçbir zararı bulun­ma­dığı halde ben ruhen ve kalben men ediliyor­dum. Rıza-yı İlâhîden başka fıtrî vazife-i ilmi­yenin sevkiyle, yalnız ve yalnız imana hizmet hu­susu bana gösterildi.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 79)
«Talebeliğin hassası ve şartı şudur ki: Sözleri kendi malı ve telifi gibi hissedip sahip çıksın ve en mühim va­zife-i hayati­yesini onun neşir ve hizmeti bilsin.» (Mektubat sh: 344)
Netice: Hizmet ehli, dava ve gaye sahibi olup, bu ana gaye­leri için lüzu­munda rahatını, hissiyatını ve menfaat­le­rini feda etmekle bu meziyetini fiilen is­bat etmeğe ça­lışma­lıdır. Mezkûr mânâda gaye-i hayal sahibi olmak, Risale-i Nurda bir esastır.