İnternette dolaştırılan, gazetelerle yayılmaya çalışılan garib bir iddia. Yani üç mehdi varmış. Bunun birincisi iman Mehdisi Bediüzzaman olduğu kasdedilerek bir asırlık devresi bitti; ikinci Mehdi, üçüncü Mehdi devresi gelecekmiş, hayat Mehdisi, şeriat Mehdisi vesaire...
Bu iddianın Risale-i Nura dayanan hiçbir delili olmayıp belli bir maksadı hedefleyen bir zihniyetin tekellüflü bir te’vilidir.
Halbuki Risale-i Nur eserlerinde bu iddianın çürüklüğü apaçıktır. Çünkü:
İman, hayat ve şeri'at olarak tabir edilen üç mesele, Risale-i Nurda açıkça beyan edilmiştir. Şöyle ki:
“Çok defa mektublarımda işaret ettiğim gibi, Mehdi-i Âl-i Resul'ün temsil ettiği kudsî cemaatinin şahs-ı manevîsinin üç vazifesivar. Eğer çabuk kıyamet kopmazsa ve beşer bütün bütün yoldan çıkmazsa,o vazifeleri onun cem'iyeti ve seyyidler cemaati yapacağını rahmet-i İlahiyeden bekliyoruz. Ve onun üç büyük vazifesi olacak:
Birincisi:
Fen ve felsefenin tasallutuyla ve maddiyyun ve tabiiyyun taunu, beşer içine intişar etmesiyle, her şeyden evvel felsefeyi ve maddiyyun fikrini tam susturacak bir tarzda imanı kurtarmaktır.
Ehl-i imanı dalaletten muhafaza etmek ve bu vazife hem dünya, hem herşeyi bırakmakla, çok zaman tedkikat ile meşguliyeti iktiza ettiğinden, Hazret-i Mehdi'nin o vazifesini bizzât kendisi görmeğe vakit ve hal müsaade edemez.
Çünki hilafet-i Muhammediye (A.S.M.) cihetindeki saltanatı, onun ile iştigale vakit bırakmıyor. Herhalde o vazifeyi ondan evvel bir taife bir cihette görecek. O zât, o taifenin uzun tedkikatı ile yazdıkları eseri kendine hazır bir proğram yapacak, onun ile o birinci vazifeyi tam yapmış olacak.
Bu vazifenin istinad ettiği kuvvet ve manevî ordusu, yalnız ihlas ve sadakat ve tesanüdsıfatlarına tam sahib olan bir kısım şakirdlerdir. Ne kadar da az da olsalar, manen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılırlar.” (Emirdağ Lahikası-l sh: 266)
Yani Mehdi-i Âl-i Resulün yeniden başlattığı dini ihya hareketinin temsilcileri olacaktır. Vazifeyi, vazifedarlar heyetleri yürütecek.
Bu parağrafta açıkça görülüyor ki, mehdiyetin hakikatı ve asliyeti olan birinci iman hizmeti ve heyeti, o geniş hâkimiyet devresinde de bulunuyor ve iddia edildiği gibi biri bitip, biri başlıyor değildir. Yani birbirinin devamıdır.
Malum üç vazifeyi vazifedarlariyle beraber temsil eden geniş dairede gelecek zamanda yapılacak hizmetlerin:
“İkinci Vazifesi: Hilafet-i Muhammediye (A.S.M.) ünvanı ile şeair-i İslâmiyeyi ihya etmektir. Âlem-i İslâmın vahdetini nokta-i istinad edip beşeriyeti maddî ve manevî tehlikelerden ve gazab-ı İlahîden kurtarmaktır. Bu vazifenin, nokta-i istinadı ve hâdimleri, milyonlarla efradı bulunan ordularlâzımdır.
Üçüncü Vazifesi: İnkılabat-ı zamaniye ile çok ahkâm-ı Kur'aniyenin zedelenmesiyle ve şeriat-ı Muhammediyenin (A.S.M.) kanunları bir derece ta'tile uğramasıyla o zât,
(1) bütün ehl-i imanın manevî yardımlarıyla ve
(2) ittihad-ı İslâmın muavenetiyle ve
(3) bütün ülema ve
(4) evliyanın ve bilhassa Âl-i Beyt'in neslinden her asırda kuvvetli ve kesretli bulunan milyonlar
(5) fedakâr seyyidlerin iltihaklarıyla o vazife-i uzmayı yapmağa çalışır.” (Emirdağ Lahikası-l sh: 266)Geniş daire hizmetleri öyle bir gurubun değil, geniş katılım ile olacağı beyan ediliyor. Çünkü İslam hakimiyetinin sona ermesini netice veren inkılaplar ve değişikliklerden; dinin özellikle ahkam kısmının adeta unutulmasından; dini hayatı tekrar ihya etmek ve din ahkamını devreye koymak için maddi manevi büyük güç gerekir. Ki bu vazife bütün mü’minlerin duası, İslam dünyasının desteği, alimlerin ve mübarek şahsiyetlerin ve hususan İslam aleminde dağınık bulunan seyyidlerin katılımları ile İslamın hakimiyeti sağlanır diye Üstad beyan eder.
RİSALE-İ NUR’UN HAKİMİYET DEVRESİ
Keza Üstad Bediüzzaman, Risale-i Nurun bu asrı ve gelecek asırları tenvir edeceğini açıkça beyan ederken, Nurun vazifesine hatime çekmek veya nazarları başka noktalara kaydırmak, en azından Risale-i Nuru me’haz tutmamak veya Nurlara sathî bakıp hayalden yürümektir.
Risale-i Nurdaki o kat’î beyanlardan bazıları şöyledir:
“Üstad, Nurların yazılmasına, teksirine çok ehemmiyet verirdi. "Risale-i Nur, bu asrı ve gelecek asırları tenvir edecek olan bir mucize-i Kur'âniyedir." deyip, Nur'a ait hizmeti, zamanın en büyük meselesi olarak kabul eder, bu ehemmiyetle davranırdı.” (Tarihçe-i Hayatı sh: 463)
“Lillahilhamd Risalet-in Nur, bu asrı belki gelen istikbali tenvir edebilir bir mu'cize-i Kur'aniye olduğunu çok tecrübeler ve vakıalar ile körlere de göstermiş.” (Kastamonu Lahikası sh: 6)
“Nihayet öyle eserler vücuda geliyor ki; bu asır ve gelecek asırların bütün insanlarının imanî, İslâmî, fikrî, ruhî, kalbî, aklî ihtiyaçlarına tam cevab verecek ve kâfi gelecek Kur'anî hakikatlar ihsan ediliyor.” (Tarihçe-i Hayatı sh: 161)
“Evet dinin, şeriatın ve Kur'an'ın yüzden ziyade tılsımlarını, muammalarını hall ve keşfeden ve en muannid dinsizleri susturup ilzam eden ve Mi'rac ve haşr-i cismanî gibi sırf akıldan çok uzak zannedilen Kur'an hakikatlarını en mütemerrid ve en muannid feylesoflara ve zındıklara karşı güneş gibi isbat eden ve onların bir kısmını imana getiren Risale-i Nur eczaları, elbette Küre-i Arz ve küre-i havaiyeyi kendi ile alâkadar eder ve bu asrı ve istikbali kendi ile meşgul edecek bir hakikat-ı Kur'aniyedir ve ehl-i iman elinde bir elmas kılınçtır.” (Emirdağ Lahikası-l sh: 47)
“Bu zamanın ve gelecek asırların Müslümanları ve bizler, Kur'an-ı Azîmüşşan'ın tefsiri olan öyle bir rehbere muhtacız ki; tahkikî iman dersleriyle, iman mertebelerinde terakki ve teâli ettirsin.” (Sözler sh: 766)
“Şimdi bir nida-yı nuranî ile hitab ederek: Artık ihtilaf yok, ittihad var. Cansızlar ve camidler devri geçmek üzeredir. Canlılar ve cazibler asrı geliyor. Susunuz, dinleyiniz! Şimdi Nur devridir ve Nur hâkimdir.Zulmette boğulan şu asrı ve gelecek asırları,Kur'andan aldığım nurumla reyyan edeceğim diyor.” (Konferans sh: 88)
“Bediüzzamanın azami ihlas, azami sadakat ve azami fedakarlık manasını ihtiva eden, gösteren ve işaret eden mesleğini nazara vermek lazım gelmektedir. Tâ ki, hizmet-i Nuriyede bulunacak Kur’an şakirdleri kıyamete kadar bu düstular muvacahesinde hareket etsinler.” (Hizmet Rehberi baş kısmı)
“Benim ehemmiyetsiz şahsımın kusurlarıyla beni çürütmek ve ihanetlerle nazar-ı âmmeden düşürmek; Risale-i Nur'a zarar vermez, belki bir cihette kuvvet verir. Çünki benim bir fâni dilime bedel Risale-i Nur'un yüzbin nüshalarının bâki dilleri susmaz, konuşur. Ve hâlis talebeleri, binler kuvvetli lisanlar ile o kudsî ve küllî vazife-i Nuriyeyi şimdiye kadar olduğu gibi, inşâallah kıyamete kadar devam ettirecekler.” (Şualar sh: 377)
“Risale-i Nur şahs-ı mânevîsi itibariyle bütün hakaikde "üstad-ı küll" hükmüne getirmiş ve topyekûn İslâmiyet hakikatlarının bir aks-i nurunu ve tecellisini Risale-i Nur şahs-ı mânevîsinde dercederek, ehl-i hakikat ve kemali hayretle baktırmış ve böylece, Risalet-i Ahmediye ve hakikat-ı Muhammediyenin câmi bir âyinesi olan Risale-i Nur ile Said Nursî, bir Said olarak çürümüş, erimiş; fakat mânen bütün âlem-i İslâm olarak tevellüd etmiş, beka bulmuştur. Ve tâ kıyamete kadar Risale-i Nur bâki kalacak ve daima tekemmül edecektir.” (Tarihçe-i Hayatı sh: 168)
“...ehl-i imana hücum eden ehl-i dalalet, -bu asır cemaat zamanı olduğu cihetiyle- cem'iyet ve komitecilik mayesiyle bir şahs-ı manevî ve bir ruh-u habis olmuş, Müslüman âlemindeki vicdan-ı umumî ve kalb-i küllîyi bozuyor. Ve avamın taklidî olan itikadlarını himaye eden İslâmî perde-i ulviyeyi yırtıyor ve hayat-ı imaniyeyi yaşatan, an'ane ile gelen hissiyat-ı mütevâriseyi yandırıyor. Herbir müslüman tek başıyla bu dehşetli yangından kurtulmaya me'yusane çabalarken, Risale-i Nur Hızır gibi imdada yetişti. Kâinatı ihata eden son ordusunu (*)gösterip ve ondan mukavemetsûz maddî, manevî imdad getirmek hizmetinde hârika bir emirber nefer olarak Âyet-ül Kübra Risalesi'ni İmam-ı Ali (R.A.) keşfen görmüş, ehemmiyetle göstermiş.” (Kastamonu Lahikası sh: 55)
(*) Kâinatı dağıtamayan bir kuvvet onu bozamaz.
Müslümanların kalbindeki manevî hisleri; utanma gibi dinî hayatın temelini; İslâm cemiyetinde yaşanan faziletleri bozmaya çalıştılar.
Hz. Üstadın;
“Envâr-ı Muhammediyeyi (A.S.M.) ve maarif-i Ahmediyeyi (A.S.M.) ve füyuzat-ı şem'-i İlahîyi en müşa'şa' bir şekilde parlatması
ve Kur'anî ve hadîsî olan işarat-ı riyaziyenin kendisinde müntehî olması
ve hitabat-ı Nebeviyeyi (A.S.M.) ifade eden âyât-ı celilenin riyazî beyanlarının kendi üzerinde toplanması delaletleriyle,
O zât hizmet-i imaniye noktasında risaletin bir mir'at-ı mücellası,
· ve şecere-i risaletin bir son meyve-i münevveri
· ve lisan-ı risaletin irsiyet noktasında son dehan-ı hakikatı
· ve şem'-i İlahînin hizmet-i imaniye cihetinde bir son hâmil-i zîsaadeti olduğuna şübhe yoktur.” (Şualar sh: 671)
Yani mezkür beyanlar, gelecek devrede geniş sahada hizmet edecek zatlar dahi Bediüzzaman Hazretlerine bağlı kalacağından Bediüzzamanın ve Risale-i Nurun manevî riyaseti dairesinde, temsilen icra edilen müceddidiyet cereyanından başkası aranmaz diye ifade ediyor.
Keza Hz. İmam-ı Alinin şu niyazı da aynı meselemize bakar:
“Kaside-i Celcelutiye'sinde sarahata yakın
تُقَادُُ سِرَاجُ النُّورِ سِرًّا بَياَنَةً تُقَادُ سِرَاجُ السُّرْجِ سِرًّا تَنَوَّرَتْ
fıkrasıyla, o cereyanın karşısında vücudu ziyasıyla anlaşılan ve zulmetin pek şiddetli ve sisli, yakıcı dehşetine karşı sönmeyen ve gittikçe zulmeti yararak dünyayı ziyalandırmaya çalışan Risale-i Nur'a ve müellifine hususî iltifatını
اَقِدْ كَوْكَبِى بِاْلاِسْمِ نُورًا وَبَهْجَةً مَدَى الدَّهْرِ وَاْلاَيَّامِ يَا نُورُ جَلْجَلَتْ
deyip, âhirzamana kadar Risale-i Nur'un bedi' bir surette ışık vermesini ve yanmasını dua ve niyazeden...” (Lem’alar sh: 447)
İşte kısmen tesbit edilen mezkür sarih beyanlar ve kat’î hükümler karşısında yine te’vile sapmak, te’vil değil tahrif olur.
ÜÇ MÜCEDDİD
Yalnız Kastamonu Lahikasında üç mehdi değil, üç müceddidden bahis var. Fakat herbir müceddid dahi tek şahıs değil bir şahs-ı manevîdir. Şöyle ki:
“Evet bu zaman hem iman ve din için, hem hayat-ı içtimaiye ve şeriat için, hem hukuk-u âmme ve siyaset-i İslâmiye için, gayet ehemmiyetli birer müceddid ister. Fakat en ehemmiyetlisi, hakaik-i imaniyeyi muhafaza noktasında tecdid vazifesi, en mukaddes ve en büyüğüdür. Şeriat ve hayat-ı içtimaiye ve siyasiye daireleri ona nisbeten ikinci, üçüncü, dördüncü derecede kalıyor.
Rivayat-ı hadîsiyede, tecdid-i din hakkında ziyade ehemmiyet ise, imanî hakaikteki tecdid itibariyledir.” (Kastamonu Lahikası sh: 189)
İşte bu beyanatta açıkça görüldüğü üzere:
1- “iman ve din için;
2- hayat-ı içtimaiye ve şeriat için;
3- hukuk-u âmme ve siyaset-i İslâmiye
için, gayet ehemmiyetli birer müceddid ister.”
diyerek üç vazife sahasını belirlemiştir.
Yani birincisi iman hizmeti ki yukarıda açık ifadelerle bildirildiği üzere kıyamete kadar devam edecek olanNurun haslar dairesiolup bu daire o vazifeyi yapıyor.
İkincisi ise, ictimaî hayatta bid’aların izalesiyle şeairin ihyası vazifesine bakacak olanictimaiyyun heyeti ve mümessiligerekiyor.
Üçüncüsü dahi, hukukî ve siyasî sahada teşri’ ve tanzim yapacak olanhukukıyyun ve siyasiyyun heyeti ve mümessililâzımdır. Bu son iki vazifenin tahakkuku, ittihad-ı İslâmın varlığına bağlıdır.
Bu üç vazifenin her biri müstakil birer mehdi olmayıp üçü birdenmehdiyet cereyanınıteşkileder. Çünkü zaman cemaat ve şahs-ı manevî zamanıdır. Evet, Hz. Üstad diyor ki:
“Her asırda dine ve imana tam hizmet eden müceddidler geldikleri gibi, bu acib ve komitecilik ve şahs-ı manevî-i dalaletin tecavüzü zamanında birşahs-ı manevî müceddid olmak lâzım gelir. Eski zamana benzemez. Şahıs ne kadar da hârika olsa, şahs-ı manevîye karşı mağlub olmak kabildir. Risale-i Nur'un o cihette bir nevi müceddid olması kaviyyen muhtemelolduğundan o sıfatlar, hâşâ benim haddim değil; belki mükerrer yazdığım gibi, benim hayatım Risale-i Nur'a bir nevi çekirdek olabilir. Kur'anın feyziyle Cenab-ı Hakk'ın ihsanıyla o çekirdekten Risale-i Nur'un meyvedar, kıymetdar bir ağaç hükmüne icad-ı İlahî ile geçmesidir.” (Emirdağ Lahikası-ll sh: 152)
Netice:
Risale-i Nur ve iman hizmeti kıyamete kadar devam edecektir.