اَنَا لِمُرِيدِى fıkrasında مُرِيدِى "Molla Said" kelimesine tam tevafuk ediyor.Yalnız bir elif fark var. Elif ise, kaide-i Sarfiyece "elfün" okunur. Elfün ise, bindir. Demek bin ikiyüz doksandörtte dünyaya gelecek bir müridi, bu "müridî" lâfzında muraddır. Çünki لِمُرِيدِى de lâm sayılsa ikiyüz doksandört eder ki, bir tek fark ile Saidin tarih-i velâdetine tevafuk eder. Esas arabî sayılsa fark yoktur. Lâmsız مُرِيدِى ise ikiyüz altmışdört eder. "Molla Said" dahi ikiyüz altmış beş eder. "Molla"daki elif, bine işaret olduğu için mütebakisi ikiyüzaltmışdört kalır.
Elhâsıl : Şu zamanda dellâl-ı Kur'an ve hâdim-i Fürkan olan o adamın iki ismi ve iki lâkabı var. "Elkürdî" lâkabı ile "Molla Said" ismi, اَنَا لِمُرِيدِى fıkrasında zâhir görünüyor. "Nursî" lâkabiyle Bediüzzaman Said ismi كَُنْ قَادِرِىَّ الْوَقْتِ fıkrasında âşikâr görünüyor. Hattâ hizmet-i Kur'aniyede en mühim bir arkadaşı ve hâlis bir talebesi olan Hulûsi Bey'e لِلَّهِ مُخْلِصًا تَعِيشُ سَعِيدًا صَادِقًا بِمُحَبَّتِى fıkrasında işaret olduğu gibi, diğer bir kısım talebelerine işaretler var.
Risale-i Nur talebeleri namına
(Sikke-i Tasdik-i Gaybi - 145)
SAİD KENDİ SÖYLÜYOR :
Hazret-i Şeyh-i Geylânî, hizmet-i Kur'aniyeye nazar-ı dikkati celbetmek ve o hizmet-i Kur'aniye, âhir zamanda dağ gibi büyük bir hadise olduğuna işaret için, kerametkârâne şu hizmette istidat ve liyakatımın pek fevkınde bulunması ve fedâkar, çalışkan kardeşlerimle çalıştığımıza fazilet noktasından değil, belki sebkatiyet noktasından ismimi bir derece göstermesi beni epey zamandır düşündürüyordu. Acaba bunun izharında mânevî bir zarar bana terettüb eder, bir gurur, bir hodfüruşluk getirir diye sekiz-on senedir tevakkuf ettim. Bu günlerde izhara bir ihtar hissettim.
Hem kalbime geldi ki: Hazret-i Şeyh bana bir pâye vermedi. Belki Said isminde bir müridim mühim bir hizmette bulunacak, fitne ve belâlardan izn-i İlâhî ile ve Şeyhin duasiyle ve himmetiyle mahfuz kalacak.
Hem uzak yerde taşlar görünmez, dağlar görünür. Demek, sekiz yüz sene bir mesafede görünen, hizmet-i Kur'aniyenin şâhikasıdır; yoksa Said gibi karıncalar değil. Mâdem bu keramet-i Gavsiyeyi ilân ve izharından, Kur'an şâkirdlerinin ve hizmetkârlarının şevki artıyor, elbette arkalarında Şeyh-i Geylânî gibi kahramanlar kahramanı zatlar himmet ve dualariyle ve izn-i İlâhî ile himaye ettiklerini bilseler, şevk ve gayretleri daha artar.
Elhasıl : Bunu, kardeşlerimi fazla şevke ve ziyade gayrete getirmek için izhar ettim. Eğer kusur etmiş isem, Cenâb-ı Hak afvetsin.
اِنَّمَا اْلاَعْمَالُ بِالنِّيَّاتِ
(Sikke-i Tasdik-i Gaybi - 146)
فَيَا مُنْشِدًا نَظْمِى fıkrasında dahi Hazret-i Şeyhin (R.A.) muhatabı, şüphesiz Bediüzzaman Molla Said'dir (R.A.)
Elhâsıl : Şu acib kasidesinin âhirindeki şu beş beyitte beş kelime, medar-ı nazar-ı Şeyh ve mahall-i hitab-ı Gavsîdir. Ve o beş kelime ise, لِمُرِيدِى وَ مُرِيدِى وَ مُنْشِدًا وَ قَادِرِى وَ سَعِيدًا lâfızlarıdır.
Said'in dahi iki lâkabı olan "Nursî", "Elkürdî"; iki ismi "Molla Said", "Bediüzzaman" bu beş kelimede bulunur. Hazret-i Gavs'ın medar-ı teveccüh ve hitabı olan şu beş kelimesinde, âşikar bir surette, mezkûr iki isim ve lâkab, ilm-i cifir kaidesinde makam-ı ebced ile görünmesi şüphe bırakmıyor ki, Hazret-i Şeyh kasidesinin âhirinde onunla konuşuyor, ona teselli verip teşci' ediyor. وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّقِينَ sırriyle muvaffakiyetine te'minat veriyor.
لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللَّهُ * وَاللَّهُ اَعْلَمُ بِالصَّوَابِ
فَيَا مُنْشِدًا نَظْمِى fıkrasında نَظْمِى kelimesi, makam-ı ebcedîsi bin olup; رِسَالَةُ النُّورِ iki farkla, رَسَائِلُ كِتَابِ النُّورِ un iki medde sayılmazsa ve şedde de lâm sayılsa, makam-ı ebcedîsi yine bindir. Demek فَيَا مُنْشِدًا نَظْمِى فَقُلْهُ وَلاَ تَخَفْ fıkrasının meal-i gaybîsi şudur ki: يَا مُوءَلِّفَ رِسَالَةِ النُّورِ جَاهِدْ بِهَا فَقُلْ وَلاَ تَخَفْ yâni "Korkma, sözlerini söyle, neşrine çalış." وَالْعِلْمُ عِنْدَ اللَّهِ
Amma فَقُلْهُ وَلاَ تَخَفْ fıkrasında şâyan-ı hayret bir tevafuk var ki: İlm-i Cifir kaidesiyle makam-ı ebcedîsi bin üçyüz otuziki eder.Şu halde يَا مُنْشِدًا نَظْمِى فَقُلْهُ وَلاَ تَخَفْ meâl-i gaybîsi " Yâ Risalet-ün-Nur ve Sözler sahibi! Bana bak. Gafil davranma! Bin üçyüz otuzikide mücahedeye başla; Sözleri korkma yaz, söyle!"
Filhakika Said (R.A.) Hürriyetten sonra az bir zamanda mücahedesinde tevakkuf etmiş ise, bin üçyüz otuzikide İşârât-ül-İ'caz'ı te'lif ile beraber Eski Saidden sıyrılmak niyet edip, yeni Said suretinde bütün kuvvetiyle mücahede-i mâneviyeye başlayıp, iki-üç sene sonrada Dâr-ül-Hikmet-i İslâmiyede bir iki sene Hazret-i Gavs-ı Geylânînin şu vasiyetini ve emrini imtisal ederek envâr-ı Kur'âniyeyi neşretmiş. Lillâhilhamd, şimdiye kadar devam ediyor.
Bu şâyân-ı hayret fıkrada cây-ı dikkat şu nokta var ki; Hazret-i Gavs, doğrudan doğruya altıncı asırdan şu asrımıza bakıyor. O altıncı asrın âhirlerinde Hülâgû felâketi gibi feci', dehşetli meşhur fitnenin çok elîm ve feci' ve kuburdaki emvatı ağlattıracak derecede dehşetli bir nev'i, şu ondördüncü asırda bulunuyor. Bu iki asır birbirine tevafuk ediyor ki, Hazret-i Şeyh ondan buna bakıyor.
Risale-i Nur Talebeleri Namına
Re'fet, Husrev, Hâfız Ali, Sabri
* *
(Sikke-i Tasdik-i Gaybi - 148)