Hilkatin en yüksek gayesi
ve fıtratın en yüce neticesi
iman-ı billahtır.
Ve insaniyetin en âlî mertebesi
ve beşeriyetin en büyük makamı,
iman-ı billah içindeki marifetullahtır.
Cinn ü insin en parlak saadeti
ve en tatlı nimeti,
o marifetullah içindeki muhabbetullahtır.
Ve ruh-u beşer için en hâlis sürur ve kalb-i insan için en safi sevinç,
o muhabbetullah içindeki
lezzet-i ruhaniyedir.
Evet bütün hakikî saadet ve hâlis sürur
ve şirin nimet
ve safi lezzet
elbette marifetullah ve muhabbetullahtadır.
Onlar, onsuz olamaz.
Cenab-ı Hakk'ı tanıyan ve seven,
nihayetsiz saadete,
nimete,
envâra,
esrara;
ya bilkuvve
veya
bilfiil mazhardır.
Onu hakikî tanımayan, sevmeyen; nihayetsiz şekavete, âlâma ve evhama manen ve maddeten mübtela olur.
Evet şu perişan dünyada,
âvâre nev'-i beşer içinde,
semeresiz bir hayatta;
sahibsiz,
hâmîsiz bir surette;
âciz, miskin bir insan,
bütün dünyanın sultanı da olsa kaç para eder.
İşte bu âvâre nev'-i beşer içinde,
bu perişan fâni dünyada; insan,
sahibini tanımazsa,
mâlikini bulmazsa, ne kadar bîçare sergerdan olduğunu
herkes anlar.
Eğer sahibini bulsa,
mâlikini tanısa,
o vakit rahmetine iltica eder,
kudretine istinad eder.
O vahşetgâh dünya,
bir tenezzühgâha döner ve bir ticaretgâh olur.
(Mektubat 222- 223)