Evvela, bu meselede delilsizce konuşmak ve hayalî bir takım mülahazalarla hükme varmak, hikmet ehli kimselerin kârı değildir. Zira fazilet, yüksek makam, Allah’ın yanında âlî dereceler; ancak din-i İslâma hizmet derecesi ile ölçülür.
Misal için; Aşere-i Mübeşerenin dünyada iken Cennetle tebşir edilmelerinin ve dünyada bulundukları müddetce beşeriyet icabı kendilerinden sudur edebilecek bütün günahları da af olmuş olduğunun sebebi ise; UHUD harbinde Resulullahın etrafında halka tutup, düşmanın ölüm oklarına karşı feda-i can edip metanetle ve sebatla durmaları değil midir?
Yine Bedir, Hendek ve Uhud savaşlarına katılmış sahabelerin, sonra Biat-ı Rıdvanda Resulullaha ahd ve vaad vermiş zatların derecelerine diğer sahabelerin yetişememeleri; din-i İslâma en çetin şartlarda hizmet etmelerinden değil midir? Hem dört halifenin sair sahabelere karşı üstünlüklerinin sebebi, Resulullaha ve din-i İslama samimiyetin en son derecesi ile bağlılıkları ve en üst seviyede sadakat, fedakârlık ve samimiyetleri değil midir?
Demek, yüksek makamlar, faziletli âlî dereceler, ancak ve ancak din-i İslâma hizmet derecesine göre tahakkuk eyler. Yoksa hayalin ve aşırı hüsn-ü zannın kuruntuları ile: “Falankes kutb-u azamdır, büyük gavsdır, ya da mehdidir, ya da Bediüzaman’dan ona miras geçmiştir” şeklinde söz etmeleri ise, hakikat kitabında yeri yok, değeri yoktur.
Bu hakikate binaen; Bediüzzamanın hizmetine, eserleri olan Risale-i Nuruna ve onun mualla ve şerif zatına binden ziyade gaybî işaretler, îmalar ve remizlerin bakması ve onu âhirzaman sahibi olarak göstermeleri yanında Hazret-i Üstadın eliyle tashih edilmiş otuzüç hadisten yirmisekizinci hadisteki يبعث يوم القيمة امّة وحده yani: “Tek başıyla bir ümmet’’ kelimesinin Üstad tarafından bu hadise eklenmesi ile mezkur mevzua parmak basar. Ayrıca bunun yanında beş altı kadar işaretlerde, yine Hazret-i Üstadın güneşinden münakis olup yansıyarak Hicri 14. asra bakması da vardır ve bu doğrudur. Ve bu işaretler de biiznillah normal ve fıtrî seyri ile gerçekleşecektir.
Demek ki; manevi makamlar, faziletler ve Allah katında şerefli rütbeler kendi kendine ve sebepsiz oluşmazlar. Din hizmeti yolunda çekilen cefalar, sıkıntılar, hapisler, sürgünler ve bir çok defalar su-i kasıtlara maruz olmalarla tahakkuk ederler. Bu meselenin hakikatını izah ederken, Hazret-i Bediüzzaman, Risale-i Nurun iman hizmeti ana merkez ve temel esas olduğunu ve geniş dairelerde hizmet görecek kimselere de bu eserler program olacağını ve Risale-i Nurun hizmetleri müteakib yapılacak hizmetler ikinci ve üçüncü derecede olduğunu ve olacağını Risale-i Nurun lahika mektuplarında defalarca söylemiş ve bildirmiştir
Buna göre, elbette ve hiç şüphesiz Bediüzzamanın şahsiyet- i maneviyesi ve Kur’anın hakiki nurlu tefsiri olan Risale-i Nuru sahib-i ahirzamandır. (Sonra gelecek ve zahirde ve avam halka göre parlak hizmetler icra edecek zatlar ancak ve ancak Bediüzzaman Hazretlerinin birer talebeleri ve Risale-i Nurun çizgisinde ve istikametinde birer tatbikatçıları olan şakirdleri olabilecektir. Eğer değil ise, hiç değillerdir. Hicri 14. asırda gelip büyük hizmetler başaracak olan zatlar da Hz. Mehdinin, yani Risale-i Nurun şakirtleri olacaklar. Kendi başına bir mehdi olmayacaktır. Dolayısıyla Bediüzzamanın eli ile ve vasıtası ile programlanmış hizmet safhaları hep Nura ve Nur Cemaatına ait olacaktır, biznillah.)
Tafsilat isteyenler -Envar Neşriyat- Emirdağ Lâhikası-l sh: 266 ya ve bu mevzu’da yazılmış sair mektublara bakabilirler.
Bu hale göre; bazıları, Hazret-i Bediüzzamandan sonra gelecek ve onun birer şakirdi olacak olan zatlar için: “İkinci mehdi daha büyüktür ve hadislerde mehdi ile alakadar olarak gelen bütün haberler bu ikinci mehdiye aittir” ve saire gibi kafadan atılan laflar ancak birer safsata olabilir.
Evet, zahir halde Hazret-i Ebubekir ve Ömerin (R.A.) fütûhat-ı İslâmiye noktasındaki muvaffakiyetlerine nispeten, Peygamberimizin kendi zamanında muvaffak olduğu futuhatlar hayli azdır. Acaba bu zahir hale bakarak; Hazreti Ebubekir (r.a.) ve Ömer (r.a.), Peygamberden (A.S.M.) daha büyük makama sahiptir denilir mi?. Asla!.. Çünki bu iki halife-i Resulullahın İslâm hizmetindeki muvaffakiyetleri ise, ancak Hazret-i Peygamberin programlamış olduğu hatt-ı hareketi üzere ve tam onun izinde gittikleri için olmuştur. Aynen bunun gibi...
Saniyen: Asırlar ve seneler gösterilerek gelen gaybî işaretler, herhalde o işarete mutabık ve muvafık ve halin muktezasına uygun olan kimseler olmalıdır. Yoksa, mesela o işaretler bir mareşale işaret ederlerken, basit ve adî bir neferi o büyük işaretlerle alakadar zannetmek ve hayali kuruntularla onu şişirerek sanmak, elbette hakikat ehline yakışan bir hal olamaz. Nasıl ki darb-i meselde; “büyük ve yığın yığın karlar ancak yüksek dağların başında yağar” denilmiştir.
Hülasa: Biz eğer Risale-i Nur talebeleri isek; amiyane tasavvufî hallere ve hayalî kuruntulara kapılmamalıyız. Aksi halde büyük yanlışlıklar eder, yanılgılara düşmüş olur, inkısar-ı hayallere uğramış oluruz.