NUR DERSi - NUR DERSLERi
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

NUR DERSi - NUR DERSLERi


 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap
EN SON PAYLAŞILAN KONULAR
Konu Yazan GöndermeTarihi
Ptsi Mart 16, 2009 11:19 am
Ptsi Mart 16, 2009 11:19 am
Paz Mart 15, 2009 2:38 pm
Cuma Mart 13, 2009 1:54 pm
Cuma Mart 13, 2009 1:52 pm
Cuma Mart 13, 2009 1:50 pm
Perş. Mart 12, 2009 7:30 pm
Perş. Mart 12, 2009 11:55 am
Perş. Mart 12, 2009 11:53 am
Perş. Mart 12, 2009 10:53 am
Salı Mart 10, 2009 11:46 am
Paz Mart 08, 2009 10:41 pm
C.tesi Mart 07, 2009 4:18 pm
Perş. Mart 05, 2009 1:29 pm
Perş. Mart 05, 2009 1:21 pm
Perş. Mart 05, 2009 11:12 am
Perş. Mart 05, 2009 12:34 am
Perş. Mart 05, 2009 12:32 am
Perş. Mart 05, 2009 12:32 am
Perş. Mart 05, 2009 12:31 am
Perş. Mart 05, 2009 12:31 am
Perş. Mart 05, 2009 12:28 am
Perş. Mart 05, 2009 12:28 am
Perş. Mart 05, 2009 12:27 am
Perş. Mart 05, 2009 12:27 am

 

 Bediüzzaman Said NURSİ Hz Leri Seyyid Dir

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
NurDersi
MuHakkiK
MuHakkiK
NurDersi


Mesaj Sayısı : 709
Kayıt tarihi : 30/01/09

Bediüzzaman Said NURSİ Hz Leri Seyyid Dir Empty
MesajKonu: Bediüzzaman Said NURSİ Hz Leri Seyyid Dir   Bediüzzaman Said NURSİ Hz Leri Seyyid Dir Icon_minitimeC.tesi Ocak 31, 2009 9:19 pm

BEDİÜZZAMAN SAİD İ NURSİ’NİN SEYYİDLİĞİ
(Not: Gelecek tahlilimiz, yalnız zahire göredir. Nefsül emri isbat değildir. Maddi tarih ve zevahire göre yazılan bir şeye itiraz edilmez ve edilmemeli.)
Bu mes’elede şahsî kanaatimiz ise, Hazret i Üstâd’ın nesebi Seyyid olduğu yönündedir. Çünki, bu Zâtta görülen ve tecelli eden acîb harika zekâ, fevkalâde olan azm ve çok metin sarsılmaz cihad ruhu, îmân ve İslâm’ın umum mes’elelerini halleden, hakikat meydanında ispat eden harikulâde ilmî kabiliyet, maneviyat, esrâr ve kerametler bunu öyle gösteriyor.
Tâhlilin sonunda bu kanaatimizin sebebinin başka yönleri de izah edilecektir. Amma buna rağmen tahlil, maddî ve zahirî hale göre yürütülecektir.
MUKADDEME
Seyyidlik, dünyada en şerefli bir nesebdir. Hiçbir sülâle ve neseb ona ulaşmaz. Üstâd Hazretleri’nin bu mübarek ve namdar nûrani silsileye maddeten de mensubiyetini bütün kalbimizle isteriz. Ancak gelecek tahlillerde görüleceği üzere, Üstâd’ın şecere ve silsile bakımından Seyyid olduğunu gösteren kat’i bir delil elimizde bulunmamaktadır.
Bazı tarihçilerin beyânlarına göre; Emevî ve Abbasî Halifelerinden bir kısmının İslâm’a uymayan bazı hareketlerine karşı ayaklanan başta İmam ı Zeyd, Seyyidler ailesi, büyük zulüm ve katliamlarına ma’ruz kalınca, bir çok Seyyid ailesi, o zamanın tabiriyle “Kürdistan” dağlarına tahassun etmişlerdir. Hicret eden Seyyid ailesinin yüz tane ev olduğunu farzetsek; bunlardan bir kısmı İran’a, hatta Semerkand ve Buhara’ya kadar uzanmışlar.. Bir kısmı da şark vilayetlerinin belli bölgelerine yerleşmişler. şark’a yerleşen ve tâ o zamandan beri hürmetle karşılanan belli başlı Seyyid aileleri hâlen mevcuttur. Meselâ Hakkâri’nin, Arvasiler; Mardin’in, Ahmedîler; yine Hakkâri’nin, Nehrîler; Muş’un; Cukreşîler ve Urfa Viranşehir’in Ebu l Kâsimîler vesaire o zamandan tâ şimdiye kadar Seyyid olarak bilinmekte ve hâlen de hürmet görmektedirler. Az ilerde bu mevzuya tekrar dönmek üzere, hemen kaydedelim ki; Bediüzzaman Hazretleri’nin belli olan bu mezkür ailelerden herhangi birisine neseben mensup olduğuna dair elimizde hiçbir maddî delil yoktur. Fakat buna karşılık, Seyyidliğine dair Üstâd’dan menkul mühim bazı rivayetler vardır. Burada bu rivayetleri kaydettikten sonra, bir tahlil ve mukayese yapacağız.
RİVAYETLER
1 14 Nisan 1929 tarihinden vefatına kadar istikamet, ihlâs, iffet ve sadakatın en bâlâ vasıflarıyla Risale i Nûr’a hizmet eden, o nisbette de Üstâd’ına karşı muhabbet ve bağlılığı olan merhûm ve mağfur Albay Hacı Hulusi Yahyagil ağabey anlatmıştı: “Bir defa Üstâdı ziyaretimde, bir münasebetle Üstâd:
“Kardeşim sen de, ben de sâdâttanız” demişlerdi. Ancak sair zamanlardaki ziyaretlerimde defalarca Üstâd’dan duyardım ki: “Kardeşim! Hakaik, lisan ı maderzâdım olan Kürtçe olarak kalbime gelir. Sonra ben Arapça veya Türkçeye çevirerek yazarım” diye buyururlardı.
2 Bediüzzaman’a hanedanıyla, efrad ı ailesiyle her türlü tehlikeleri göze alarak hizmet eden, bağlılık gösteren, en yakın akrabadan çok daha yakın bir akrabalık hissi içerisinde sadakatla fedakârane talebelik eden Emirdağ’ın Çalışkanlar ailesinden merhûm Mehmet Çalışkan ağabey anlatıyordu:
“Bir defa (yüksek bir âlim, beliğ bir edib olan) merhûm Ahmed Feyzi Kul Efendi Emirdağına gelmişti. Sohbet etti. Üstâdımızın büyük evsâfını, yüce makâmlarını, riyazî ve cifrî tevafuklarla açıklıyordu, biraderim Osman Çalışkan’ın kalbine gelir ki: “Biz Üstâdımızı “Kürd” olarak biliyoruz. Ahmed Feyzi Efendi’nin anlattığı büyük müceddid ise, Âl i Beyt i Nebevî’den olacaktır:”
Bu kalbî muhasebemden az sonra, Üstâd Hazretlerinin beni çağırdığını söylediler. Gittim. Üstâd bana: “Kardeşim, ben hem Hasanîyim, hem de Hüsenîyim.. ve Ahmet Feyzi’nin bütün söylediğini kabul ediyorum, haydi git!” dediler.
3 Urfalı Seyyid Salih (Salih Özcan) Bey anlattı: “Bir defa Üstâd Hazretleri’nin ziyaretine gitmiştim. Nesebimi sordu. Ben de “Seyyidim” demiştim. Üstâd: “Hasanî misin, Hüseynî misin?” diye sordu. Ben: “Hüseynîyim” dedim. Bunun üzerine Üstâd: “Kardeşim ben hem Hasanîyim, hem de Hüseynîyim” buyurmuşlardı.
4 Necmeddin Şahiner’in Son şahidler kitabının birinci cildi sh. 236’da, Erzincan’ın ilk devre Milletvekillerinden Hüseyin Aksu Bey’den naklettiğine göre, bu zâtın Üstâd’la Kastamonu’da görüşmesinde, Üstâd Hazretleri kendisinden nesebini sormuş, O da “Asıllarının Zeynel Abidin Hazretlerine dayandığını söylemiş” Bu defa o da Üstâd’ın nesebini sorması üzerine “Benim annem Nûriye evlâd ı Resuldendir. Hazret i Hüseyine dayanmaktadır. Babam ise, oranın yerlisidir” demiştir.
5 Eskişehirli saatçı Muhyiddin Yürüten: Halis bir Nûr talebesi olan bu zât, Salih Özcan’ın Seyyidliği mevzûunda, Üstâd Hazretleri’nin şu rivayetini nakleder: “Ziyaretlerimden birisinde, Üstâd’ın yanında Salih Özcan da bulunuyordu. Üstâd ona: “Kardeşim, sen hakiki Seyyidsin, Nûriye de Seyyid, Mirza da Seyyiddir” dedi.”
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://nurdersi.forummum.com
NurDersi
MuHakkiK
MuHakkiK
NurDersi


Mesaj Sayısı : 709
Kayıt tarihi : 30/01/09

Bediüzzaman Said NURSİ Hz Leri Seyyid Dir Empty
MesajKonu: Geri: Bediüzzaman Said NURSİ Hz Leri Seyyid Dir   Bediüzzaman Said NURSİ Hz Leri Seyyid Dir Icon_minitimeC.tesi Ocak 31, 2009 9:19 pm

Şimdi Hazret i Üstâd’ın ve Nûr talebelerinin bu mevzu’da, Risalelere geçmiş yazılı beyânlarına da bir göz atalım:
1 Muhâkemât eseri Sh. 38’de Hazret i Üstâd: “Nasılki Seyyid olmayan, Seyyidim; ve Seyyid olan, değilim dese, duhûl ve hurûc haram olduğu gibi... “
2 Osmanlıca şualar Sh. 287’de, Denizli hadisesi birinci ehl i vukufu “Eğer Said Mehdiliğini ortaya atsa, talebelerine kabul ettirecek.:” diye yazmaları üzerine, Hazret i Üstâd mahkemede verdiği cevabta: “Ben Seyyid değilim. Mehdi ise, Âl i Beyt i Nebevî’den olacak..“ diye cevap verdi.
3 Afyon Mahkemesi müdafaası Osmanlıca Sh. 78 “... Hatta Denizli’de Ehl i vukûf: “Eğer Said Mehdiliğini ortaya atsa, bütün şakirdleri kabul edecek” dediklerine mukabil, Said, i’tiraznâmesinde demiş ki: “Ben Seyyid değilim. Mehdi Seyyid olacak:” diye onları reddetmiş. Yoksa ben Seyyid olmadığım gibi, hiçbir vakit böyle haddimden yüz derece ziyade hallerde bulunmamışım. “
4 “Hem mahkemede Denizli Ehl i vukûfu, bazı şakirdlerin bu i’tikadlarına göre, bana karşı demişler ki: “Eğer Mehdilik da’vâ etse, bütün şâkirdleri kabul edecekler. Ben de onlara demişim: “Ben kendimi Seyyid bilemiyorum. Bu zamanda nesiller bilinmiyor. Halbuki Âhirzamanın o büyük şahsı Âl i Beyt’ten olacaktır. Gerçi manen ben Hazret i Âli’nin (R.A.) bir veled i manevîsi hükmünde ondan hakikat dersini aldım. Ve Âl i Muhammed (A.S.M.) bir ma’nada hakikî Nûr şâkirdlerine şâmil olmasından, Ben de Âl i Beyt’ten sayılabilirim. “
5 Emirdağ 1. Sh. 55 56’da “... Ezcümle: “Hazret i Hasan Radıyallahü Anhunun altı aylık hilâfetiyle beraber Risale i Nûr’un “Cevşen ül Kebir”den ve “Celcelutiye”den aldığı bir kuvvet ve feyizle, vazife i hilafetin en ehemmiyetlisi olan neşr i hakâik ı îmâniye noktasından Hazret i Hasan Radiyallahü Anhunun kısacık müddetini uzun bir zamana çevirerek tam beşinci halife nazariyle bakabiliriz. Çünki adalet i hakikiye ile bu asırda insanları mes’ud edebilir bir istidatta bulunan Risale i Nûr’dur ve onun şahs ı manevisi, Hazret i Hasan Radiyallahû Anhu’nun bir muavini, bir mütemmimi, bir manevî veledi hükmündedir : “
6 Emirdağ 1, Sh 71’de “...Hatta ben fakir ve muhtaç olduğum ve zâhid ve sofi ve riyazetçi olmadığım ve büyük bir şeref ve haysiyet ve hanedanlık şan ve şerefinden hissedar olmadığım halde..: “
Ve daha bu maddeler gibi Risale i Nûrlarda, Üstâd Hazretleri’nin kendisinin maddî, belli bir silsileye bağlı ve asaletli bir hanedanlığı, bir siyâdetinin olmadığını gösteren beyânları daha vardır. Fakat bunlar, maksadı anlatmak için yeterlidir. .
Şimdi Nûr talebelerinin Üstâd Bediüzzaman hakkındaki kanaatlerini gösteren yazılı birkaç maddeyi kaydedelim:
1 “Denizli kahramanı” diye Üstâd’ın iltifatına mazhar olmuş ve Risale i Nûr’un şanı hakkında yazdığı medhiye ve şiirlerine “şehname” diye Üstâd’ın takdirine nail olmuş âşık ve velî, aynı zamanda ehl i tahkik insan merhûm şehid Hasan Feyzi Efendi bir medhiyesinde şöyle der:
“... O’na Kürdî denilmesi ve kaside i Hazret i İmam ı Ali’de görülen kelimesinin hazf ve kalbiyle “Kürd” îmâ ve işaretinin bulunması gerçekten Kürtlüğüne delâlet etmez ve onun manevî silsile i keramet ve siyâdetten tenzil ve teb’idini icab ettirmez. Bu isnad ve izafe, Kürdistan’da doğup büyüyen ve bu lâkabla ma’ruf ve meşhur olan bu zâtın Risale i Nûr tercümanı olduğunu sırf âleme ilân etmek içindir. Yoksa Kürtlüğünü ispat etmek için değildir. Kürtçe bilmesi, o kıyafete girmesi ve öyle görünmesi, kendini setr ve ihfa için olup, hakiki hüviyyet ve milliyetini ihlâl ve inkâr mânâ ve maksadıyla değildir, diye düşünüyorum” dedikten sonra Hasan Feyzi merhûm, bir başka maksadı îmâ eder gibi serd i kelâm eder, der ki:
“Âlem i İslâmiyet ve insaniyyet ve Harameyn i şerifeyn’e asırlarca hizmet eden bu kahraman Türk milletini, onun çok sevmesinde ve hayatının mühim bir kısmını hep Türklerle meskûn olan bu havalide geçirmesinde büyük hikmetler, mânâ ve mülâhazalar olsa gerektir...
2 Merhûm Husrev Altınbaşak ağabeyin Hz. Üstâd’ın bir fotoğrafının arkasına yazarak Kastamonu ve Emirdağı’na gönderdiği şu satırları onun kanaatını açık göstermektedir:
“Bu günde mele i a’lânın arzda medâr ı süruru
Bu günde sekene i arzın mele i a’lâda medâr ı iftihârı
Bu günde Habibullahın medâr ı nazarı
Bu günde Müslümanlığın ser tâcı
Bu günde hakikatların imamı
Hem bu günde mahbûb u Hudâ
Hem bu günde allâme i asr
Hem bu günde zulmetin nûru
Hem bütün günlerde Mehdi i a’zam
Hem molla Said i Nursi
Hem Bediüzzaman el Kürdî”
3 Nûr Risalelerini yazıp çoğaltmayı hayatının en baş gayesi bilen ve işittiğimize göre bütün Risale i Nûr eczalarını baştan sona kadar 16 defa yazıp bitiren, Isparta Kuleönlü merhûm Küçük Ali Efendi’nin yirmi ikinci Lem’anın ahirindeki bir cümleye hâşiye olarak kaydettiği bir yazısında der ki:
“... Husûsan Risale i Nûr’un müellifi, zamanın Abdülkadiri Üstâdımız Said i Nursî Hazretlerine, sair evliyaya muhalif, müphem değil, sarihen haber vermesi, bizce “birinci Âl” den olduğu kat’idir. Çünki sinek gibi bir mahlukun Üstâdımızı ta’ciz etmemesi, neslinden olan Abdülkadir i Geylanî’den irsiyet almış. Gerçi Üstâdımız mahkemelerde Ehl i vukûfa karşı: “ikinci Âl i Beyt’den olduğunu onlara ispat etti. Maksadı tam ihlâsa muvaffak olduğu için kendi şahsını azlediyor. Kur’ân’ın bir elmas kılıncı olan Risale i Nûr’u gösteriyor...
4 Üstâd’ın manevi evlâdı ve fedai talebesi Merhûm Ceylan’ın vefatı münasebetiyle; hayatta kalmış Hz. Üstâd’ın hizmetkârlarının neşrettikleri mektublarındaki şu cümleler bu husustaki kanaatlarını izhar etmektedirler:
“... Bir mücahid i ekber, hem bir mehdi i azâm, hem bir müceddid i ekmel ve hem bir ferd i ferid olan Merhûm Üstâdımız Bediüzzaman Hazretlerinin “Memâtım hayatımdan ziyade îmâna hizmet edecektir” haberi aynen tahakkuk etmiştir. Tahiri, Sungur, Zübeyr, Bayram, Hüsnü”.
İşte, ekser Nûr talebelerinin hususî kanaatleri bu merkezdedir. Yalnız merhûm Hasan Feyzi Efendi’nin ifadesi ilk görünüşte Üstâd’ı birinci “Al”e dâhil eder gibi görünüyorsa da, dikkat edilirse, “ve onun manevî silsile i keramet ve siyâdetten tenzil ve teb’idini icab ettirmez.” ifadesinde “manevi Âl” cihetini nazara vermektedir.
Merhûm Küçük Ali ise, Osmanlıca Lem’alar’ın 22. Lem’asının âhirindeki “Eski zamanda manevî gayet büyük, kudsî bir imamın bize karşı gaybî kerametiyle.” cümlesinin altına haşiye olarak koyduğu ibare, onun tarafından konulduğu için, Üstâd Hazretleri’nin tensib ve tasvibini alıp almadığını bilmemekle beraber, Üstâd tarafından yeni yazı Lem’alara konulmadığı kesindir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://nurdersi.forummum.com
NurDersi
MuHakkiK
MuHakkiK
NurDersi


Mesaj Sayısı : 709
Kayıt tarihi : 30/01/09

Bediüzzaman Said NURSİ Hz Leri Seyyid Dir Empty
MesajKonu: Geri: Bediüzzaman Said NURSİ Hz Leri Seyyid Dir   Bediüzzaman Said NURSİ Hz Leri Seyyid Dir Icon_minitimeC.tesi Ocak 31, 2009 9:19 pm

Bu konuda diğer bazı Nûr Talebelerinin kanaatleri ise, mes’elenin zâhirî keyfıyeti cihetine göredir. Bu ikinci kısım Nûr talebesi zâtların da kanaat ve fikirlerini gösteren yazılarını buraya alalım:
1 Risale i Nûrun neşrinde hizmeti büyük çapta sebkat eden ve Nûr’un dış âleme yayılmasında kendi zamanına göre ehemmiyetli bir şekilde vasıta olan “İnebolu”lu merhûm Selahaddin Çelebi 1946’larda ilk olarak Üstâd’ın Tarihçe i Hayatı’ndan bir hülâsa çıkararak, başta resmi makâmlar olmak üzere bir çok yerlere göndermişti. Aynı zamanda o yazı Hazret i Üstâd tarafından lâhikaya geçirilmiş ve bilâhare ufak bir ta’dilden sonra, Üstâd onu Osmanlıca Asâ yı Mûsa’nın ahirine derc etmişlerdi. İşte o yazının baş tarafları şöyledir:
“Tercüme i haline kısaca bir nazar:
“Bitlis’in Hizan kazasından Isparta (ısparit) Nahiyesinin “Nurs” Köyünde doğmuştur. Anası Nûriye Hanım, babası Mirza Efendi’dir. Kürt ailesine mensub olmakla beraber, kendisi asla Türklük, Kürtlük, Araplık, Acemlik tanımaz. Milliyeti ancak din bakımından kabul eder. Dünyadaki bütün Müslümanlar ve muhtelif dinlerden İslâmiyete girenler kardeşidir.. “
2 Hizmetini Risale i Nûr neşrine hasr ve vakf eden ve hâlen mücerred yaşayan Erzurum’un saf kan Türklerinden olan Muzaffer Arslan Hoca 1960 senesinde din düşmanlarının yalan, tezvir ve iftiralarının maşalığını yapan bazı gazetelerin neşriyatına karşı Zübeyr ağabeyle birlikte hazırlayıp neşrettiği “Bediüzzaman Said i Nursi ve Din Düşmanları” adlı eserinin 4. sâhifesinde Üstâd için şöyle der:
“... Bediüzzaman’a yaptıkları bu nesebî isnad ve tefrikden dolayı ayrıcalık yapmış olmazlar. Bunlara göre Müslüman olmazsan veya Müslüman âlimi bulunmazsan; Kürd değil ne olursan ol, hiçbir mahzur ifade etmez.
Mesele Bediüzzaman’ın Kürt olduğunu ortaya koymak değil... O bir İslâm mücahidi olmak ve bu mücahedesiyle senelerden beri iğfal edilmiş Müslüman münevverlerini gafletten uyandırmak vazifesinde bulunduğu için, bu Kürtlük mes’elesi ortaya atılmıştır. Bu adamlar böyle ırkî neseblerle uğraşmasınlar. Hepsinin neseblerini ortaya dökmeye muktedir bulunuyoruz...”
Muhterem Muzaffer Arslan Hoca’nın ifadesindeki maksadı şu olsa gerek:
“Yani müfterilere göre Üstâd’ın Kürtlüğü bir bahanedir. Ne olursan ol, gâvur ol, dönme ol, Yahudî ol, fakat sadece dindar olma, Müslümanlık yapma yeter” demek istemektedir.”
3 Bediüzzaman’ın kırk senelik cihad arkadaşı ve onu çok yakından tanıyan ve bilen ve 40 50 sene neşriyatını ve müdafaasını “Sırat ı Müstakim ve Sebil’ür Reşad” Mecmûalarıyla kahramanca sürdüren merhûm Eşref Edip, 1920 ve 1922’ de Üstâd’ın bazı makalelerini ve 1952’de Bediüzzaman’ın Tarihçe i Hayatını, 1965’de de “Risale i Nûr muarızı yazarların isnadları hakkında ilmî bir tahlil” isimli kitapları yazdı. Bu ikinci kitabının 65. sâhifesinde müfteri yobaz bezirgânlarına karşı yaptığı tahlilin bir bölümünde:
“... Maksad ma’lum!... Ona siyasî bir isnadda bulunarak efkâr ı umumiye nazarında onu lekelemek... Evet Merhûm, Türkün can, vatan ve din kardeşi olan Kürd soyundandır. Büyük mücahid Salahaddin i Eyyübî’nin soyuna mensubdur..” diye iftiracıların ağzına taş vurmuştur.
4 Hal ve durumu itibariyle bir Nûr talebesi olmayıp, fakat gerçek mânâda bir müslüman Türk olan merhûm tarihçi yazar İbrahim Hakkı Konyalı “Aydınlar konuşuyor” kitabında Bediüzzaman hakkında görüşlerini açıklarken şöyle diyor:
“Bu zât müslüman bir insandır. Onda Kürdlük endişesi yoktu. Çünki İslâm dini iyi adam arar. Allah indinde en makbul insan, en çok takva sahibi olandır. Eğer bir Salahaddin i Eyyübî olmasaydı, bugün İslâm medeniyeti olmazdı. Ben olsam “Said i Kürdî” derim. Ne olacak sanki?.. Onun fikirleri İslâmî fikirlerdir.”
5 Bediüzzaman’ın küçük kardeşi merhûm Molla Abdülmecid Efendi, bazı münafık ve dönme gazetelerin “Kürdlük” meselesini bir silah olarak kullanıp iftira ve yalanlar yaygarasını kopardıkları 1960 1964 tarihlerinde kendi hâtıra defterine bazı hâtıralarını kaydettikten sonra, şunları yazmıştır:
“Tarihçe malûmdur ki: Kürdistanı Osmanlı Türk devletine ilhak etmeye muvaffak olan İdris i Bitlisî’dir. Türk milletinden çok kimseleri dalâletten kurtaran da Said i Bitlisi’dir. Said de tarihe geçecektir...
Yüz otuzbeş parçadan ibaret olan Türkçe Nûr Külliyatını te’lif eden Said i Nursî bir Kürttür. Bediüzzaman Kürtlüğüyle beraber, otuz milyon Türkü muhalif cereyanlardan kurtarmıştır.
Türk milletinden pek çok insanları Nûr havzasına almaya muvaffak olan Said, evet bir Kürttür.
İlmen ve dinen Türk milletinin yüksekliğini dünyaya ilân eden Said bir Kürttür.”
Bu hâtıra defteri bizde mevcud olup içinde çok değerli, tarihi gerçek vesikalar vardır. Onları bu kitapta tarih vak’aları sırasında kaydedeceğiz. İnşâallah.
İşte yazılı bu kanaat şekillerini de böylece kaydettikten sonra; Üstâd Hazretlerinin son on senelik hayatında en yakın talebe ve hizmetkârlarından merhûm Tahirî Mutlu, Zübeyr Gündüzalp, Mustafa Sungur, Hüsnü Bayramoğlu, Bayram Yüksel ağabeylerden hiç birisi, Üstâd’dan duyarak; delilli bir Seyyidliği rivayet etmiyorlar. Hususi kanaat ve düşünceleri, Üstâd’ın Seyyid olduğu cihetinde olduğu halde, fıtrî olan menşe’ini de samimi şekilde teslim ediyorlar. Bu zâtlardan ayrı ayrı dinleyip duyduğum hususi sözlerini burada kaydetmeyi uygun bulmadım.
İşte şu yazılı, kayıdlı söz ve kanaatlerin yanı sıra, Üstâd’ın hizmetkârlarının kaydetmediğimiz şifahi sözleriyle birlikte, hususi kanaatlerin sahibi bu zâtların bir ikisi hariç hepsi Türktürler.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://nurdersi.forummum.com
NurDersi
MuHakkiK
MuHakkiK
NurDersi


Mesaj Sayısı : 709
Kayıt tarihi : 30/01/09

Bediüzzaman Said NURSİ Hz Leri Seyyid Dir Empty
MesajKonu: Geri: Bediüzzaman Said NURSİ Hz Leri Seyyid Dir   Bediüzzaman Said NURSİ Hz Leri Seyyid Dir Icon_minitimeC.tesi Ocak 31, 2009 9:20 pm

Mevzûumuzu toparlamadan önce, hususi bir kanaatimi de burada kaydetmek isterim, şöyle ki: Seyyid i Kâinat Efendimiz’in (A.S.M.) pâk, mutahhar, muâlla ve şerif olan zürriyet ve nesli; bilinen ve silsile ve şecere ile sâbit olan Seyyidler kadar, belki daha çok onun zürriyetine mazhar gizli ve bilinmeyen Seyyidler de olabilir ve vardır.
Evet, İmam Celâleddin i Suyuti “Târih i Hulefa” isimli kitabında yazdığına göre , İmam ı Hasan Radıyallahü anhünün bir çok kadınla evlenmiş olması, bu hatunlardan dünyaya ne kadar çocuğun geldiğinin kesin olarak bilinmemesi, bu hususî kanaati kuvvetlendirir gibidir.
Hem Resulullah Efendimizin icma’ ile sabit olan evlenmiş olduğu birçok hatunundan bazısından doğan kerimelerini de bu hesaba dahil edersek, Onun Nûr ve şerif olan kanının ve zürriyetindeki hadsiz, payansız zerrelerin, İslâm milletinin kanlarına karışmış olması mümkündür. Bu noktadan çok insanların bu gizli ve manevi siyadet mânâsına mazhariyetleri de düşünülebilir.
İşte bu umumi imkân noktasından bazı kimselere hususî kanaat cihetiyle Seyyidlik vermek caiz olabilir. Ancak şeriat ve din hükümleri zahire göre hüküm ettikleri için, zahirde delil ve vesikası olmıyan, yani insanlar arasında şecere ve an’anesi bulunmıyanlara; hem de yalnız anadan taraf değil, babadan taraf Seyyidliği sâbit olmıyanlara Seyyidlik vermek mümkün olmamaktadır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://nurdersi.forummum.com
NurDersi
MuHakkiK
MuHakkiK
NurDersi


Mesaj Sayısı : 709
Kayıt tarihi : 30/01/09

Bediüzzaman Said NURSİ Hz Leri Seyyid Dir Empty
MesajKonu: Geri: Bediüzzaman Said NURSİ Hz Leri Seyyid Dir   Bediüzzaman Said NURSİ Hz Leri Seyyid Dir Icon_minitimeC.tesi Ocak 31, 2009 9:20 pm

“Yukardaki nakillerde görüldüğü üzere; Üstâd Bediüzzaman Risale i Nûr eserlerinde maddî ve sülâlevî bir seyyidliği kendi hakkında tesbit ve kabul etmezken.. Bazı Nûr talebelerine, seyyidlik mânâsını gösteren “Hasenîlik ve Hüseynilik” cihet ve hakikatını kabul ve izhâr etmiştir. Bu durum ise, yukarda nakledilen “Seyyid olmıyan, seyyidim .. Ve seyyid olan değilim. ilââhir..” mühim düsturlu kaidenin yasağına göre; bazılarının dikkatini çekmiş veya çekebilecek olan bu meselenin bir te’lifini yapmak gerekmektedir şöyle ki :
Seyyidliğinin varlığı, (yani şecere ve sülale ile ittisalini gösteren) zahir ve maddî delillerle biliniyorsa, mezkûr İslâmî kaideye göre “Seyyid değilim” diyemez. Fakat manevî keşifler ve ilhamî ilimler gibi ihtisaslara istinaden seyyidliğini bilen ve anlıyan bir kimse, “Seyyid değilim” demesine herhalde şer’i bir mahzur olmaz.. Ve böylesi bir manevî siyâdet ve dinî yüksek makâma lûtf ı ilahi ile sahib ve mazhar olan zât, elbette ihlâs, mahviyet ve tevazu’ gibi yüce hasletlerin icabı olarak, kendisinin yüksek makâm ve mertebesini ileri sürmemesi uygun gelir.. Ve her halde bu nokta içindir ki; Bediüzzaman Hazretleri manevî makâm ve mertebeleri daima Risale i Nûra ve halis talebelerinin yüksek dairesinin şahs ı manevisine vermiştir.
Evet, Risale i Nûr’un meslek ve meşrebi âzamî ihlâs, mahviyet, tevazu ve dünyada maddî ve manevî herşeyden feragat olduğundan; Nûr talebeleri binler delil ve hüccetlerle; Üstâdlarına verilmiş ve müsellem ve sabit olmuş olan en yüksek makâm ve mertebeleri halisâne ve haklı ve hakikatlı ve sarsılmaz kanaatları ile onun hakkında kabul ettikleri halde; Bediüzzaman Hazretleri ise, eserlerinin bir çok yerinde; o pek yüksek makâmâtı red etmeyip, fakat Risale i Nûr’un ve Nûr talebelerinin şahsiyet i maneviyelerine vermiş.. Ve daima ısrarla bu manevî şahsiyeti nazara vermiştir. Kendi şahsı itibarı ile ise, atfedilen o kudsî makâmattan zahir nazarda daima kaçmıştır. Ezcümle bir ifadesinde şöyle der:
“Manevî ve makbul ve zararsız ve bütün ehl i îmân ve hakikatın istedikleri nûranî makâmlar ve uhrevî rütbelerden, hâlis kardeşlerimizden hüsn ü zanla verilen ve ihlâsımıza zarar gelmediği halde, eğer kabul etsen, reddedilmeyecek derecede senedler, hüccetler bulunduğu halde; sen değil tevazu’ ve mahviyetle belki şiddet ve hiddetle ve o makâmı sana veren kardeşlerinin hatırını kırmakla o rütbelerden ve makâmlardan kaçıyorsun?
Elcevab: Nasılki ehl i hamiyet bir insan, dostların hayatını kurtarmak için kendisini feda eder; öyle de, ehl i îmânın hayat ı ebediyelerini tehlikeli düşmanlardan muhafaza etmek için, lüzum olsa hem lüzum var kendim değil yalnız lâyık olmadığım o makâmları, belki hakikî hayat i ebediyenin makâmlarını dahi feda etmeye, Risale i Nûr’dan aldığım ders i şefkat cihetiyle terkederim.” (Emirdağ Lâhikası 1, s: 74)
Aynı mânâyı teyid eden diğer bir dersi şöyle:
“Nasılki insanlar evham yüzünden beni temastan men’ ede ede âsâbıma dokundurdular; inayet i İlahiye dahi, hizmet i îmâniyedeki ihlâsı kırmamak ve tasannukârane hodfüruşluk vaziyetine girmeye mecbur etmemek ve bu zamanda çok tesir eden şahsıma karşı teveccüh, muhabbet ve hizmete zarar veren kendini makâm sahibi göstermek vaziyetinden kurtarmak ve Kur’ândan gelen Risale i Nûr’un elmas gibi hakikatlarını bana mal etmekle cam parçalarına indirmemek hikmetleriyle, Cenab ı Erhamürrâhimin bana bu hastalığı vermiştir.” (Emirdağ Lâhikası 1, s: 61)
“Hem kardeşlerimin bu bîçâre kardeşlerine verdiği makâm ı uhrevî, hakikî, dinî, makâm ise; Mektubat’ta ikinci Mektub’un âhirindeki kaideye göre, “şahsıma verdikleri manevî hediye olan kemalâtı, eğer hâşâ ben kendimi öyle bilsem, olmamasına delildir; kendimi öyle bilmesem, onların o hediyesini kabul etmemek lâzım geliyor,” Hem kendini makâm sahibi bilmek cihetiyle enaniyet müdahale edebilir.
Bir şey daha kaldı ki; dünya cihetinde hakâik i îmâniyenin neşrindeki vazifedar, makâm sahibi olsa, daha iyi tesir eder denilebilir. Bunda da iki mani’ var:
Birisi: Faraza velayet olsa da; bilerek, isteyerek makâm yapmak tarzında, velayetin mahiyetindeki ihlâs ve mahviyete münafidir. Nübüvvetin vereseleri olan Sahabeler gibi izhar ve da’vâ edemezler, onlara kıyas edilmez.” (Emirdağ Lahikası 1, s: 227.)
“Gerçi manen ben Hazret i Ali’nin (R.A.) bir veled i manevisi hükmünde ondan hakikat dersini aldım ve Âl i Muhammed (A.S.M.) bir ma’nada hakiki Nûr şakirdlerine şamil olmasından, ben de Âl i Beyt’ten sayılabilirim; fakat bu zaman şahs ı manevî zamanı olmasından ve Nûr’un mesleğinde hiçbir cihette benlik ve şahsiyet ve şahsî makâmları arzu etmek ve şanu şerefi kazanmak olmaz ve sırr ı ihlâsa tam muhalif olmasından, Cenâb ı Hakk’a hadsiz şükür ediyorum ki, beni kendime beğendirmemesinden, ben öyle şahsî ve haddimden hadsiz derece fazla makâmâta gözümü dikmem ve Nûr’daki ihlâsı bozmamak için, uhrevî makâmât dahi bana verilse, bırakmağa kendimi mecbur biliyorum.” (Emirdağ Lâhikası 1 sh.267) gibi ders ve beyânlardan anlaşılıyor ki, bilerek ve istiyerek büyük makâmları şahsına kabul etmek, sırr ı ihlâsa uygun düşmediğinden ve bilhassa kendisinin vefatından sonra bazılarının böyle makâmlara göz dikmemek dersini kendi şahsından göstermek için, Üstâd Bediüzzaman Hazretleri sahib olduğu makâmı şahsına kabul etmemiş, Risale i Nûr’a vermiştir.
Rüştü Tafral
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://nurdersi.forummum.com
NurDersi
MuHakkiK
MuHakkiK
NurDersi


Mesaj Sayısı : 709
Kayıt tarihi : 30/01/09

Bediüzzaman Said NURSİ Hz Leri Seyyid Dir Empty
MesajKonu: Geri: Bediüzzaman Said NURSİ Hz Leri Seyyid Dir   Bediüzzaman Said NURSİ Hz Leri Seyyid Dir Icon_minitimeC.tesi Ocak 31, 2009 9:20 pm

Mevzûumuzun baş taraflarında, Bediüzzaman Said i Nursi’nin sülâlesi yalnız beş dedeye kadar yürütülebildiğini ve bu kısacık silsilesinin zâhiri bir Seyyidliklerinin bilinmediğini ve Mardin’in Cizre kazasından, gayr i muayyen bir tarihte iki âlim zâtın “Nurs” köyüne geldikleri kesin olarak kabul edilse de, o gelen zâtların Seyyidlikleri hakkında bir bilgimizin olmaması, ayrıca şark’ta, hatta Nurslu insanlara ve Üstâd’ın kabilesine bu mes’eleyi sorarak araştırmalarımızda i’timada şayan bir bilgi elde edilmemesi; Üstâd Hazretleri’nin de yukarıda sıralanan kitaplarında yazılı ifadelerinde manevî bir siyâdetten başka ve Sünnet i Seniyye’ye ittiba’dan ibaret olan bir “Âl” hakikatine mazhariyetinden gayrı maddi ve şecereli bir Seyyidliği te’yid edici bir ifadenin bulunmaması...
Öte yanda beş tane kuvvetli ve sağlam rivayetlerle Seyyidliğine işaret eden beyânlar vardır.
O beş rivayetten Hulusî Bey’in rivayetinde: “Ben de, sen de sâdâttanız” şeklindeki ifadeyle beraber, dördüncü rivayet râvisinin bizden uzak olması ile birlikte rivayeti sahih addedilmek şartiyle, Bediüzzaman’ın yalnız ana tarafından Hazret i Hüseyin’e dayandığının ifadesi vardır. Geri kalan üç rivayetde, dikkat edilirse: “Hem Hasanîyim, hem de Hüseynîyim”dir. Bu rivayetlerden birinde ise; “Nûriye de Seyyid, Mirza da Seyyiddir” şeklindedir.
Yine bu ifadelerden birisinde, Hulusi Bey’e “Ben de sen de sâdâttanız” şeklinde sudur ettiğine göre; “sâdât” veya “sadet” kelimesinin “Seyyid” kelimesinin cem’i olup, cümlenin zahir mânâsı “ikimiz de Seyyidlerdeniz” olur.
Seyyid i şerif i Cürcani “Tâ’rifat” isimli eserinde: “Seyyid, halkın işlerinin tedbirlerini yürüten kimsedir“ diyor.
Istılahî ma’nada ise: “Sâdat ı Ehl i Beyt, Sâdat ı Berere, Sâdat ı Sofiye Sâdat ı Nakşibendiye” şeklinde birçok mertebe ve makâmlar da Peygamberimizin sülâlesine mensubiyeti olmasa bile, büyük mânâsında kullanılır. Amma Hulusi Bey’in rivayetinde ki “Sâdât” ise ilk akla gelen mânâsiyle Ehl i Beyt’in sâdâtı demek olur. Bu da onların “Büyükleri, Emirleri” demektir.
İşte, buna göre Üstâd Hazretleri’nden rivayet yoluyla gelen nakillerin taşıdığı mânâlar elbette bir tefsirinin olması lazımdır. Salâhiyetimizin çok fevkinde olmakla beraber bir iki te’vil cihetini düşündük.
1 Nasılki her bir ümmet, kendi Peygamberinin ismiyle yâd edilir, Hıristiyanlara İsevî, Yahudilere Mûsevî, Müslümanlara Muhammedî denilmesi gibi... Hatta Müslümanlar kendi mezheplerine veya mensub oldukları tarikatlarına nisbet edilerek şafiî, Hanefi.. veya Kadirî, Nakşibendî gibi ünvânlarla da yâd edilmesi...
Öyle de Hazret i Üstâd, İmam ı Hasan ve İmam ı Hüseyin Radiyallahü Anhüma’nın herbirisinin ayrı ayrı hâs meşreb ve mesleklerini, hayat ve hizmetinde kendine rehber seçmiş olması.. veya onlara karşı hususî muhabbet ve bağlılığının bir nişanesi olarak “Ben hem Hasanîyim, hem de Hüseynîyim” demiş olması imkânı da düşünülebilir.
2 Hazret i Hasan ve Hüseyin’den teselsül ederek Âlem i İslâm’ın manevi rabıtasını Sünnet i Seniyye etrafında te’mine medar ve ekseriyet i mutlaka ile hakikat ve tarikat silsilelerinin, yani; imamet ve velayet zincirlerinin, ana kanal ve merkezlerinin her iki cânibinin büyük nasibedarı ve cem’ edicisi ve saire gibi, ta’birde kasır olduğumuz, sırf ihsan ı İlâhî ve Kudret i Rabbaniye’nin bir tezahürünün, ma’na ve mülahazalarının da bir ifadesi de olabilir.
3 Bediüzzaman Hazretleri, Risale i Nûr’un bir çok yerinde “Manevi Âl i Beyt” hakikatinin daha kuvvetli ve hakikatli olduğunu, o ise, Resulullah’ın Sünnet i Seniyyesine ittiba’dan ibaret bulunduğunu ifade etmiş ve “Ehl i Beyt”in muhabbeti “Risale i Nûr mesleğinde esastır” diye beyânederek “Risale i Nûr Talebeleri bir cihette Âl i Beytten sayılabilir” mealindeki hükümleri ile, rivayetlerde maddi ve kesin Seyyidliği ifade eden beyânlarının bir te’vilini de böylece “manevi Âl i Beyt” hakikatine bağlamak mümkündür.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://nurdersi.forummum.com
NurDersi
MuHakkiK
MuHakkiK
NurDersi


Mesaj Sayısı : 709
Kayıt tarihi : 30/01/09

Bediüzzaman Said NURSİ Hz Leri Seyyid Dir Empty
MesajKonu: Geri: Bediüzzaman Said NURSİ Hz Leri Seyyid Dir   Bediüzzaman Said NURSİ Hz Leri Seyyid Dir Icon_minitimeC.tesi Ocak 31, 2009 9:20 pm

Nûr talebelerinin hemen hepsinin hâlis ve hak ve doğru ve yüzer emârelerle müeyyed kanaatları ki; Hazret i Üstâd Bediüzzaman ahirzamanda gelmesi va’dedilen en büyük müceddiddir. Hadisler de ise bu büyük Müceddidin Âl i Beyt i Resulullah’a (A.S.M.) maddeden ve manen, yani hem zahir sülâle ve nesep cihetiyle, hem de takva, ilim ve kemâlât haysiyetiyle ona mensub olması lazımdır diye olan hükme istinaden: Zahir ve maddî hal ne şekilde olursa olsun Üstâdımız mutlaka birinci âl olmak cihetiyle de seyyiddir diyor ve ısrar ediyorlar.
Amma her nedense bu gibi mes’eleleri, yani Ahirzaman hadisâtı hakkında gelen hadislerin zahir mânâlarını; Hazret i Üstâd’ın nûranî ferasetiyle açmış olduğu te’vil yolu kaziyyesine tatbikini hiç düşünmezler ve dolayısıyla delil ve bürhan getirmekte hayli yorulurlar. İnşallah bu meselede hissî bir durum söz konusu değildir. Yani Hazret i Üstâd’ın ifadesiyle de kesinlik kazanan Hazret i İbrahim (A.S.)’ın kavmiyyeten bu civar, yanı şark vilayetlerinde yaşayan insanlarından olduğu ve dolayısıyla Hazret i İsmail (A.S.)’ın Arap kavm ı necibiyle akrabalık kurması cihetiyle de, onun kavminin Araplarla akrabalığı olduğu tarihi hakikatlardan olduğu halde; Hazret i Üstâd’ı bu kavimden, yani Hazret i İbrahim (A.S.)’ın mensub olduğu kavimden olmasını lâyık görmeyip.. ve dolayısıyla bu sebep ve hislerle onun maddî seyyidliği üzerinde musırrane durulmuş olmasın!..
Evet, İstikbale ve Ahirzaman hadisatına ait bütün hadis i şerifler te’vil edilmeksizin zahiri mânâlarını intizar etmenin büyük yanılgılara müncer olacağını söyliyen Hazret i Bediüzzaman’dır.
Eğer biz, Ahirzamanda gelmesi mev’ud olan büyük Müceddid’in Âl i Beyt i Nebevi’ye mensub olacağını ifade eden hadis i şerifleri te’vil etmeden zahirî mânâlarıyla kabul etmekte israr edersek; O zaman, aynı hadis i şeriflerde: “Onun isminin Peygamberin ismi, babasının ismi de Peygamberin babasının ismi olacağı” kaziyyisini de beraber düşünmek, yani te’vilsiz zahiri mânâsıyla onu öyle beklemek mecburiyetinde kalacağız. Yoksa işine geldiği zaman te’vil, gelmediği zaman zahiri mânâya istinad etmek gibi garip bir hissin tenakuzluğuyla karşı karşıya kalmış oluruz. Hem bütün bu hadis i şerifleri gören ve bilen ve nazar ı teftişinden geçiren Hazret i Muhyiddin i Arabî (K.S.) bir eserinde bu mesele hakkında katiyyen hükmederek şöyle demiş:
“Ahirzaman mehdisi Araptan değil, Acemden olacak ... Onun umumî ismi Abdullah olacak. O ise bu, bütün Abdullahların ismidir. Onun hâs ismi ise şimdi onda herhangi bir i’rab izhârı olmaz ve i’rab san’atından da münsarif olacak...”
Demek ki, bu hususlara dair gelen hadis i şerifler mutlaka bir te’vil ile mânâlandırılırlar.. ve bu tevili de ancak ilmde râsih olan kümelîn ülema yapar.
Evet, Üstâdımızın nesebi hakkında, zahiri menşeiyyeti dışında olarak tekellüfkârane düşünülüp ileri sürülen iddialar veya görüşler İnşaallah samimi ve halis bir niyettendirler.. ve his ve heves veya lâyık görmeme gibi basit hislerden değildir ve olmaması lazımdır. A. B.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://nurdersi.forummum.com
NurDersi
MuHakkiK
MuHakkiK
NurDersi


Mesaj Sayısı : 709
Kayıt tarihi : 30/01/09

Bediüzzaman Said NURSİ Hz Leri Seyyid Dir Empty
MesajKonu: Geri: Bediüzzaman Said NURSİ Hz Leri Seyyid Dir   Bediüzzaman Said NURSİ Hz Leri Seyyid Dir Icon_minitimeC.tesi Ocak 31, 2009 9:20 pm

(Kaydedeceğimiz mevzu’ Üstâd’ın Seyyidliğiyle değil, “Ispartalıyım” demesinin hakikatı ile alakadardır ve ayrı bir mevzu’dur.)
Bediüzzaman Hazretleri gayet samimi olarak iltifat ve taltiflerin de ötesinde, bir hususa işaret eder ve der ki: “... Gerçi tarihçe ispat edemiyorum, fakat kanaatim var ki, Isparta (İsparit) nahiyesinde dünyaya gelen Said’in aslı buradan gitmiş...“
Başka bir eserinde: “... Belki, muhtemeldir ki, o küçük Isparta’nın aslı bu büyük Isparta’dan gitmiş. Benim vatan ı aslim Isparta olmak caizdir.“
Bu iki beyân tarzından başka, iltifatkârane şekildeki “Ispartalıyım” gibi tabirler çoktur. Fakat bu iki ayrı ayrı zamandaki ifade tarzı bir gerçeğe işaret olsa gerektir.
Birisi: Kastamonu’da iken Isparta’ya gönderdiği mektuplarından birisinde, diğeri de Denizli hapishanesinde iken yazdığı bir mektubunda geçmektedir.
Hazret i Üstâd, “... tarihçe ispat edemiyorum, fakat kanaatim var ki,” diye kaydetmekle elbette ve herhalde, sadece Ispartalıları okşamak ve teşvik etmek için olmaktan ziyade, bir kanaat izhârı tarzındadır. Fakat Bediüzzaman gibi bir Üstâd ı küll bunun tarihî ispatını yapamazsa, biz mi yapabileceğiz?
Kastamonu’da iken yazdığı mektubunda, sadece ihtimal üzerinde “Belki muhtemeldir ki” şeklinde kaydetmekte ve “Benim vatan ı aslim o Isparta olmak caizdir” diye bir cevaz tarzında ifade etmektedir. Bu ahirki beyân tarzı “ihtimal ve cevaz” üzerine olduğu için, Denizli hapsinde yazdığı ifade kadar kuvvetli değil, amma bu onu zımnen te’kid eder mahiyettedir.
O halde, Üstâd’ın bu kanaatinin tarihî ispatını yapmak değil ki, zâten ispatı mümkün değil fakat bazı ihtimalleri araştırırsak, acaba birşeyler elde edemez miyiz? diye düşündüm. İhtimaller üzerinde durmaktan başka da yapacak birşey yok zâten...
1 Birinci ve ilk evvel akla gelen ihtimal: Türkler Anadolu’yu vatan ittihaz ettikten sonra, Anadolu’nun her tarafına yayıldıkları gibi, Isparta vilayetinin de yaylalarına yerleşen Türkmen ve yörük aşiretlerinden birisi, Isparta’dan herhangi bir sebepten dolayı, ayrılıp gelip, Hizan yaylalarından biri olan mezkûr bölgeye yerleşmesi ve “Isparta” ismini de beraber getirip yerleşdikleri bu bölgeye takmış olmaları... Sonra mürur u zamanla “Isparta” ismi telaffuzda “İsparit” veya “İspairt” şekline dönüştüğü gibi, bu bölgeye yerleşen o Türkmen yörük aşireti de, zamanla çevrenin tamamı Kürd olması yüzünden dillerini unutarak Kürdleşdikleri ihtimalidir. Fakat bu ihtimalin başka bir benzeri var mıdır? Yani: Türkler Doğu’dan gelip Batı’ya doğru akınlarını sürdürürken, Anadolu’nun her köşesine olduğu gibi, Avrupa’nın ta Viyana’sına kadar yer yer yerleştikten sonra, tekrar geri avdet edip ric’at ettikleri mûcbir bir sebeb olmaksızın vaki’ midir? Ayrıca da Türk olan bir kabile ve aşiretin tamamı az bir zaman sonra, dillerini ve cinsiyetlerini tamamen unutarak başka bir cinsiyete inkılab ettikleri görülmüş müdür? Çok eski çağlarda Türklerden ve Türklükten ayrılmış diye nakledilen Macarlar ve Bulgarlar dışında, Türklerin hâkimiyeti altındaki bölgelerde bazı ırkların cinsiyetlerini ve dillerini unutarak zamanla Türkleşdikleri olmuşsa da, fakat bilhassa yakın tarihte, özellikle Türklerin hâkim bulunduğu bölgelerde, Türklerden bu kabil bir olay varid midir? Hayır! Öyle ise, bu ihtimal aklen ve ilmen cılız görünümündedir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://nurdersi.forummum.com
NurDersi
MuHakkiK
MuHakkiK
NurDersi


Mesaj Sayısı : 709
Kayıt tarihi : 30/01/09

Bediüzzaman Said NURSİ Hz Leri Seyyid Dir Empty
MesajKonu: Geri: Bediüzzaman Said NURSİ Hz Leri Seyyid Dir   Bediüzzaman Said NURSİ Hz Leri Seyyid Dir Icon_minitimeC.tesi Ocak 31, 2009 9:21 pm

28.7.1996 pazar günü, Almanya Berlin’den bana telefon açan Abdülmuhsin Alev, Üstâdımız Bediüzzaman’dan görmüş ve duymuş olduğu bir söz ve davranışını şöyle anlattı:
1952 de İstanbul’da Üstâdımızın hizmetinde iken, bana bir gün bir münasebetle buyurmuşlardı ki: “Anadolu’daki birçok Kürd aşiret ve kabileleri zamanla Türkleşmişlerdir.”
Bende, mektepte hocamız tarihçi Ziya Bey’in anlattıklarına dayanarak: “Efendim, evet, birçok kürt âşiretleri Türkleştikleri gibi, aynı zamanda birçok Türk kabileleri de Kürtleşmişlerdir” deyince, baktım; benim bu ifadem Üstâd’ın hoşuna gitmedi. Yüzünün çizgileriyle, bana o hükmün hakikat olmadığını ifade eder gibi oldu.
Evet, altı yüz yediyüz seneden beri hiçbir Türk aşireti veya kabilesi şâz bazı ferdler hariç olmak şartıyla, kendi lisanını özellikle hâkim durumunda iken tamamen unutup da başka bir lisanla konuşdukları vaki’ değildir. İşte misal olarak, Bitlis’in Ahlat kaza merkezi.. ve işte Urfa’nın Halfeti ve Birecik kaza merkezlerinde, Türk kabile ve aileleri bunca zamandır bütün etraf köylerin Kürd olmasıyla birlikte ve bütün alış verişleri bunlarla olduğu halde, değil kendi lisanlarını unutmak, Kürtçeyi de öğrenmiş değillerdir. Buna Avrupa’nın Romanya, Yugoslavya, Bulgaristan ve Yunanistan’daki Türkleri de misal olarak gösterebiliriz.
2 İkinci ihtimal: Kamus ül A’lam sahibi şemseddin Sami Bey’in verdiği bilgilere göre: “Miladdan önce beşinci asırda, bir ara İsparta hükümeti, Yunanistan’ı ve adaları zabt etmeleri üzerine; İranlılar Atinalılarla gizli işbirliği yaparak onları İspartalılar aleyhine teşvik ettiği sırada, İspartalılar erken davranarak İranlılarla bir anlaşma cihetine gittiler. Adalar ve Anadolu. Sahillerindeki müstemlekelerini İranlılara bıraktılar. Kendileri yalnız Yunan ile iktifa ettiler. Bilâhare Büyük İskender’in hurucuyla, hem Yunanistanı hem de buraları ele geçirerek İranlıları kovdu.:“
Bu bilgilerin ışığında denilebilir ki; İranlılar buraları müstemlekelerine aldıkları sırada, o zaman İran hâkimiyetinde olan şark vilâyetinden bazı aşiretleri de beraber getirip, İsparta etrafına yerleştirmiş olması, bilâhare ıskender’in buraları zabtetmesiyle, İranlılarla birlikte gelen aşiretler tekrar eski vatanlarına rücû’ etmeleri ihtimal dahilinde olabilir.
İsparta’dan ric’at eden bu aşiretlerin, döndüklerinde, İsparta ismini de beraber getirip, yaşadıkları bölgeye takmış olmaları ve zamanla “İsparta” isminin, telâffuzda “İspairt” veya “İsparit” şekline dönüşmüş olması muhtemeldir.
3 Üçüncü ihtimal: Türkler Anadolu’yu fethedip fevc fevc Batı’ya doğru akıp giderlerken, onlara kâtılan şarklı bazı Kürd Müslüman aşiretleri de Türklerle beraber İsparta’ya kadar gelip, bir müddet burada kaldıktan sonra, tekrar eski vatanlarına avdet etme ihtimali.. ayrıca “Hülasat ül Tarih” namında bir kitabın nakl ettiğine göre: Kanuni Sultan Süleyman zamanında şark vilâyetlerinden bazı aşiretlerin Anadolu’nun muhtelif yerlerine, mesela Yozgat, Tokat, Ankara, Eskişehir vesaire vilayetlerine yerleştirildiği nazar ı itibara alınma ihtimali.. Ve ayrıca, daha sonraları Rus’un 93 Harbi gibi bazı mecburi hicretlerin yapıldığı, harp belâsının sükûnetiyle de % 90 muhacirlerin eski yurdlarına avdet ettiği gerçeği ile olabilir ki: Isparta civarına yerleşen bir şark aşireti, bilâhare memleketlerine dönüşünde “İsparit” veya “İspairt” ismini Isparta isminden telâffuzda tahrif ettirerek yaşadıkları bölgeye takmış olma ihtimali de uzak değildir...
Bu ahirki ihtimali kuvvetlendiren bir vakıa şudur ki: Isparta’nın Barla nahiyesinde “Muş” veya “Muj” Camii bulunduğu Barla’yı görenlerin ma’lumudur. Bu “Muş” veya “Muj” Camii, Barla gibi şarktan o zamanın şartlarına göre çok uzak bir nahiyede bulunması, şu üçüncü ihtimaldeki kanaati kuvvetlendirir gibi geliyor akla. Yani şöyle mümkün olabilir ki; Muş civarından vaktiyle oraya hicretle gitmiş ve yerleşmiş, belki orada Cami yaptırmış ba’zı şarklı kabilelerin; bir zaman sonra yurtlarına avdet ettiklerine veyahut orada kalıp zamanla Türkleştiklerine işaret olabilir.
Eğer Barla’daki mezkûr camiîn ismi “Muj” olursa, bu ihtimali daha da kuvvetlendirir. Çünki ”Muj” Kürtçe de kuru üzüm demektir.
İşte Bediüzzaman, ferid i deverân, nâdire i cihan olan zâtın nesebi hakkında yapılan şu umumî tahlil, tahmin ederim; kâfî ölçüde neticeyi gösterir mahiyettedir. Asilzâdelik, necâbet ve hanedânlığın mecrasından saptırıldığı ve su i isti’mallere alet edildiği bu asırda, Cenâb ı Hakk kudret ve azametini göstermek için, hiç de ümid ve tahmin edilmiyen, namsız, nişanesiz bir aileden böyle hidayet nûrlarını saçan bir zâtı halk edip, ümmete mürşid ve rehber yapmak için, irade ve meşieti böyle taalluk, etmiştir.
Bu münasebetle, Bediüzzaman Hazretleri “Birinci şua” namındaki işarat ı Kur’âniye Risalesi’ni te’lif edip, sırf Kur’ân’ın i’cazı’nı ve kudsî işaretlerini izhar etmek niyyetiyle neşrettikten sonra; şark’ın meşhur sâdat hanedanına mensub ihtiyar hoca ve şeyh bir zât, bir taraftan Halk Partililerin iğfalâtına kapılarak, bir tarafdan da Bediüzzaman Hazretleri’nin böyle pek büyük bir mazhariyete nailiyetini ve onun hakkında Allah’ın hususî ihsan ve kudretinin bu kabil bir tezahürünü aklına sığdıramayarak; Risale i Nûr müellifinin, Kur’ânın âyetlerinin işaretlerine medar olabilecek pek azîm Kur’ânî bir hizmette istihdamını istib’ad edip yetiştiği ailesini, hatta milliyetini ve cinsiyyetini diline dolayarak, cami’lerde Üstâd’ın mübarek ismini ve şahsını zikrederek, pek acîb gıybetlere girişdiği bir hengâmede: Bediüzzaman Hazretleri ona cevaben yazdığı bir mektubunda şöyle diyor:
“... Amma benim gibi ehemmiyetsiz bir adamın elinde böyle ehemmiyetli bir eserin zuhûr etmesini istiğrab ve istib’ad edip i’tiraz eden zât, eğer buğday tanesi kadar bir çam çekirdeğinden dağ gibi çam ağacını halk etmek, azamet ve kudret i İlâhiyye’ye delil olduğunu düşünse, elbette bizim gibi acz i mutlak ve fakr ı mutlakda ve böyle ihtiyac ı şedid zamanında böyle bir eserin zuhûru rahmet i İlâhiyye’ye bir delildir demeğe mecbur olur...”
Yine bu ma’na ve hakikatin izharı sadedinde, 1952 yılı başında Üniversiteli Nûr talebeleri tarafından Üstâd’ın hayatında geçen harikaları toplayarak “Tarihçe i Hayat” namiyle bir eser neşredildiği zaman, Üstâd Hazretleri o münasebetle kaleme almış olduğu uzunca bir tahlili vardır. Emirdağ, Sh. 72’dedir. Arzu eden ona da bakabilir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://nurdersi.forummum.com
NurDersi
MuHakkiK
MuHakkiK
NurDersi


Mesaj Sayısı : 709
Kayıt tarihi : 30/01/09

Bediüzzaman Said NURSİ Hz Leri Seyyid Dir Empty
MesajKonu: Geri: Bediüzzaman Said NURSİ Hz Leri Seyyid Dir   Bediüzzaman Said NURSİ Hz Leri Seyyid Dir Icon_minitimeC.tesi Ocak 31, 2009 9:21 pm

Efendiler,

Ben herşeyden evvel Müslümanım ve Kürdistan'da dünyaya geldim. Fakat bu Türklere hizmet ettim ve yüzde doksan dokuz menfaatli hizmetim Türklere olmuş ve en çok hayatım Türkler içinde geçmiş ve en sadık ve en halis kardeşlerim Türklerden çıkmış ve İslâmiyet ordularının en kahramanı Türkler olduğundan, meslek ve hizmet-i Kur'âniyem cihetiyle, her milletten ziyade Türkleri sevmek ve taraftar olmak kudsî hizmetimin muktezası olduğundan, bana Kürt diyen ve kendini milliyetperver gösteren adamların bini kadar Türk milletine hizmet ettiğimi, hakikî ve civanmert bin Türk gençlerini işhad edebilirim.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://nurdersi.forummum.com
 
Bediüzzaman Said NURSİ Hz Leri Seyyid Dir
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Türkiye’nin görevi: Said-i Nursi’yi anlamak/anlatmak
» İngiliz Bakanın Dehşetli Planı ve Bediüzzaman Hz. leri
» Bediüzzaman Hz leri Aleyhi Yapılan İki iddeaya (iftiraya) Cevabdır
» Said Nursi, Şeyh Said, Said Molla..
» Adnan Oktar'a Said Nursi hatırlatması

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
NUR DERSi - NUR DERSLERi :: RİSALE-İ NUR ÖZEL BÖLÜM :: RİSALE-İ NURDA NUR TALEBELİĞİ-
Buraya geçin:  
lemalarnuru@hotmail.com
Powered by phpBB © phpBB Group
Copyright © 2007 By Admin & Administrator
©PhPBB
Bedava forum | ©phpBB | Bedava yardımlaşma forumu | Suistimalı göstermek | Cookies | Son tartışmalar