Gülen Hareketinde Asr-ı Saadet Vurgusu
Şüphesiz Gülen hareketinde İslâmi toplumsal ve tarihsel bilinci oluşturan önemli ideallerden birisi de asr-ı saadet vurgusudur. Bu ideal, pek çok benzer harekette olduğu gibi, İslam tarihinin ilk dönemine tutunur. Değerler sistemi büyük ölçüde sahabe yaşamı ve oluşturduğu yaşam pratiği üzerine oturur. Ayrıca bu kısa tarihi dönem, Sünnî düşünce ve çizginin tüm yönleriyle oluşmasını ve oturaklaşmasını sağlayan ideal pratiğin yaşandığı dönemi de ifade etmektedir.
Asr-ı saadet, Gülen ve benzeri hareketlerin, tarihsel seleflerinin yaşadığı dönemdir. Duru ve saf bir İslamî inanmışlık vardır. Siyasî, ideolojik ve köktenci addedilecek hiçbir katılık yoktur bu nesilde. Orta derecede bir sosyal yaşam süren, genelde fakir, ama hepsi uyumlu ve saygın bir kuşaktan oluşur. Bu asır, fedakâr, diğergâm ve sade insanların inci gibi yan yana dizildiği bir asırdır. Bu sade, basit ama fedâkâr yaşam, zahidlik derecesinde katı şartlarda gerçekleşen bu ihtişamsız ve fakat zevkli, duygusal ve dine gönülden bağlı insanlar M. F. Gülen hareketinin ideal köklerini oluşturur. Hareketin entelektüel kökleri ve temelleri işte bu asrın birikimi ve ideali üzerine kurulur. Bu yüzden de, militan, katı ideolojik ve siyasal bir eğilim ve misyonu içermez. Bu nesil, taş kalpli, zalim, cahil ve bağnaz insanların arasından yepyeni bir ümmet olarak çıkar. Kaskatı cahilî geleneklerin ve yağmacı zorba kabile yaşamı içinde bu insanlar, birer inci gibi parlıyor, insaniyetleri ve ahlâkî duyguları bu katı cehaletin eritici kazanından etki almadan saf ve duru haliyle kalabilmiş insanlar. İslam, bunları bulup çıkardı o toplumun bağrından ve altın bir nesil meydana getirdi. İşte cemaatin ferdî ve sosyal idealleri sıkı bir şekilde bu neslin fedakâr, nezih ve saf inanmış insanların yaşadığı asra bağlanır. Dinî yaşamın büyük bir sadelikle ve fakat vecdle yaşandığı asra... Bu dönem, siyasî, ideolojik ve dünyevî herhangi bir gayenin henüz insanları yozlaştırmadığı bir dönemdir.
Gülen hareketinin bütün idealleri doğrudan ya da dolaylı, mutlaka bu asrın pratikleriyle uyumlu bir görünüm arz eder. Dolayısıyla hareketi analiz edenler cemaatin "asr-ı saadet" ideallerine olan sadakât ve bağlılığını mutlaka göz önünde bulundurmalıdırlar. Hareketin bütün temel dinamikleri bir şekilde bu idealle uyum içindedir. Bu ideali nazar-ı itibâra almadan, denebilir ki, gerçek manada Gülen hareketini analiz etmeye imkân yoktur.
Müsbet hareket tarzı, hiç bir ertelenmiş ve bilenmiş duyguyu özünde barındırmaz. M. F. Gülen'deki Asr-ı Saadet idealinin özünü bu anlayış oluşturur. Bu idealin temelinde, artık var olmayan bir topluluğun sözcülüğünü yapma, onun adna konuşma... gibi bir nostalji ya da tahassür yoktur. 'İyi adamlar, iyi atlara binip gittiler...' tahassürü pek çok hareketin geçmişe olan özlemini biçimlendiren bir deyim olmuştur. Halbuki asr-ı saadet ideali Gülen hareketinde hem ideal bir örnek, hem de bugün yaşanılır bir model olmuştur. Nitekim harekete gönül vermiş pek çok kimse, İslam tarihi boyunca bile hemen hemen yalnızca asr-ı saadette görülebilen bir düzeyde ciddi fedâkarlıklarda bulunmuştur. Hareketin ideallerini taşıyan kitle de ancak o dönemin sadakat ve diğergâmlığı ile ölçülebilecek bir sadakat ve yaşatma arzusu ve ruhu sergilemiştir. Asr-ı saadet ideali harekette, cansız ve donmuş bir nostalji değildir. Bu tür ideallerin insan toplumları arasında kolaylıkla kuru bir nostaljiye dönüşme riski söz konusudur. Herhangi bir hareket, artık var olmayan bir toplum adına konuşan bir topluluk haline dönüştüyse, dağılma ve kırılma sürecine girmiş demektir. Gülen hareketi genç dimağlarda bu idealin kuru bir nostaljiye dönüşmesine mani olabilecek bir heyecan uyarmıştır.
Hareketin bu hassasiyeti, İslamî hayat tarzına geri dönüşü simgeleyen ve giderek çağdaş hareketlerde yaygınlaşan bir davranış kalıbı haline gelen sloganik yaklaşımlardan farklılaşır. Zira bu tarz sloganlar daha ziyade dikey, yani yukarıdan aşağıya derinleşen siyasal bir programa vurgu yaparlar. Başka bir deyişle, klasik İslamcılığın tezleriyle örtüşen bir modele yaklaşırlar. Tepeden aşağıya doğru siyasal bir dönüşüm olmadıkça, İslamî hayat tarzına dönüş. de neredeyse imkânsız olduğunu öngörürler. Oysaki Gülen hareketi, asr-ı saadet idealini bu tarz yorumlamaz. O, daha ziyade yatay yani bireysel ve toplumsal bir gelişmeyi öngörür. Buna göre İslam'a dönüş diye bir şey yoktur. Ya da şöyle algılanmalıdır; kişi eğer inanıyorsa, nerede ve hangi şartlarda olursa olsun, zaten Müslümandır ve Müslüman'ca davranmalıdır. O, her hangi bir iddia taşımadan önce, İslam'ı duyarak, vecd içinde yaşayandır. Bunun en temel örneği de asr-ı saadettir, sahabe pratiğidir. Sahabe her şeyden önce, İslam'ı saf ve duru bir bağlılık içinde yaşıyordu. Yaşarken de, tepeden, siyasal ve ideolojik bir program davası gütmemişti. O, bütün sadeliği içinde duyduğu, hissettiği ve yaşadığı İslam'ı, başkalarına da tebliğ etmeye ve duyurmaya çalıştı. Etrafını kuşatan katı toplumsal şartlara rağmen sahabe, İslamî ve ahlâkî duruşunu herhangi bir siyasî ya da ideolojik dönemin beklentisine ertelemedi. Saf İslamî yaşantısında böyle bir dava ve iddia da yoktu haddi zatında.
İşte Gülen hareketinde "asr-ı saadet" ideali herhangi bir geri dönüşün ya da ertelenmiş duyguların bir karşılığı değil, İslam'ı sade ve bilinç düzeyinde şuurlu bir yaşamını ifade etmektedir. Sahabe, İslam'ın şuurlu ve yüksek bir bilinç ile yaşanmasını temsil etmektedir. Bu yüzden sosyal hareket analizlerinde radikalliğin ve İslamî köktenciliğin (!) bir göstergesi addedilen, İslamî asıllara ve ilk dönem İslamî örneğe geri dönüş idealleri, Gülen hareketindeki "asr-ı saadet ideali" ile hiçbir şekilde örtüşmemektedir.
Burada yine şunu ifade edelim ki, Gülen hareketi, sosyo-kültürel ve ahlâkî yaşam olarak asr-ı saadet dönemini kendine ideal bir örnek olarak almakla birlikte, hemen bütün kültürel ve yorumsal değerlerini kendisi üretmiştir. Bu da oldukça önem arz eden bir husustur. Yani genellikle hareketlerde görülen, geçmiş ya da mevcut herhangi bir kültürel ya da eylemsel hazır bir miras üzerine oturmaz. Bütün kültürel değerleri, harekî dinamikleri ve kurumları-daha önce de ifade edildiği gibi- kendi orijinlidir.
Asr-ı saadet ideali de diğer genel İslamî değerler gibi, bütün dinî akımlar tarafından paylaşılmaktadır. Bu ortak paydalara bakarak farklı temeller üzerinde şekillenen hareketlerin tümünü aynı kefeye koymamız doğru olmaz. Müslümanlar öyle ya da böyle, radikaliyle, ılımlısıyla, siyasî ve antisiyasîsiyle, hatta dinî şiddet (!) üreteniyle İslam'a bağlılık gibi ortak, bütün ve süreklilik arz eden bir beraberliği psiko-sosyal olarak paylaşırlar. Asgarî düzeyde de olsa temel bilinci ve kimliği belirleyen müşterekler vardır, bu doğrudur. Ancak bu genel ve ortak bilinci esas alıp ta, farklı pratikler üreten tecrübeleri göz ardı ederek· okumak yanlıştır. Batılı bakış açıları öteden beri bu farklı tecrübeleri göz ardı ederek okumaktadır. Bu da dinin bütününü şiddet ve terörle eşitleyen bir Batılı muhayyile üretilmesine yardımcı oldu. Bugün Batı'da İslam neredeyse şiddet ve terörle aynîleştirilen bir din görümündedir. Bu, güçlü medya ağıyla öylesine propagandalaştırılır ki kanaat yalnızca Batılı sade vatandaşın bakışını esir almaz, İslam dünyasındaki Batıcı ve siyasal elitleri de tesiri altına alır. Bu yüzden Batıcı yönetici elit, her türlü İslamî ve harekî gelişmeye karşı aşırı duyarlı davranarak, Müslümanlar üzerine şiddet ve baskı tedbirleri uygulamaya başlamıştır. Zaten çağdaş demokratik ve evrensel insan hakları ve normları açısından zayıf ve kusurlu olan yönetimleri, bu aşırı hassasiyetler ile daha da gayr-i meşru ve gayr-i hukukî bir konuma bürünmektedir. Hareketler üzerine uygulanan aşırı baskı ve zulüm politikaları, taraflar arasında toplumsal ve siyasal bilinci hınçla besleyerek, sonu gelmez çatışma ortamlarına mahkum olunmaktadır. İslam dünyasındaki şiddet ve terörü doğuran etkenler üzerinde daha derin düşünmelidir. Sağduyu karşıtı patlamaların kökenlerine samimiyetle inilmelidir. Bu karşıtlığı doğuran sâikler, bilim adamlarının tarafsız analizleri ile ele alınmalı; hem yönetimler çağdaş insanî ve hukukî normlar açısından yeniden sorgulanmalı, hem de şiddet hareketlerinin çağdışı insanî ve ahlâkî zaafları deşifre edilerek, meseleler çözülmelidir. Böylece şiddet taraftarlığı yaftaları, bütün Müslümanları itham edecek ve zan altına sokacak biçimde kullanılmamış olacaktır.