Kader, hem insanların hayatî hadiselerine, hem bütün varlıklara ve hadisat-ı aleme bakar.
“Kader kelimesi (kadr) kökündendir. Kadr kökü ise, ayarlamak, kıymetini bilmek, daraltmak, gücü yetmek, ölçülü ve maksada uygun muayyen şekil vermek ve muayyenlik gibi manalara gelir. Kadir(kudretli), makdur(kaderlenmiş), takdir(bir şeye kaderini ve lâyık olduğu hüküm ve hususiyetlerini vermek), mikdar(muayyen kısım veya şekil) kelimeleri de aynı köktendir.
Kâinattaki maddi veya manevi herşey, bütün hususiyetleriyle Allah tarafından takdir, ta'yin ve tanzim edilmiştir ve edilir. Kâinata hâkim olan kaderi kabul etmemek; herşeyde görünen intizam, mizan, çok büyük maqslahatları taşıyan muayyen şekil ve tertibleri, tesadüfe veya şuursuz ve mevhum tabiata isnad etmek gibi akla ve ilme aykırı bir anlayışa hak vermek demektir ki, akıl, mantık ve ilim bunu reddettiğini, eserlerinin muhtelif yerlerinde izah eden Bediüzzaman Hazretleri diyor ki:
“Kader, ilmin bir nev'idir ki, herşeyin manevi ve mahsus kalıbı hükmünde bir mikdar tayin eder. Ve o mikdar-ı kaderî, o şey'in vücuduna bir plan, bir model hükmüne geçer. Kudret icad ettiği vakit; gayet sühuletle o kaderî mikdar üstünde icad eder. Eğer o şey muhit ve hadsiz ve ezelî bir ilmin sahibi olan Kadir-i Zülcelal'e verilmezse... binler müşkilat değil, belki yüz muhalât ortaya düşer. Çünki o mikdar-ı kaderî ve mikdar-ı ilmî olmazsa; binler haricî ve maddî kalıplar, küçücük bir hayvanın cesedinde istimal edilmek lâzım gelir.” (L:l93)
“Kadere iman, imanın erkânındandır. Yani: "Herşey, Cenab-ı Hakk'ın takdiriyledir." Kadere delail-i kat'iyye o kadar çoktur ki, hadd ü hesaba gelmez.