Fethullah Gülen Hocaefendi’yi konuşmak- 1
Murat Türker
BU ÜLKEDE herkes hakkında konuşup yazarken bir, Fethullah Gülen Hocaefendi hakkında bir şeyler söylerken iki düşünmek zorundasınızdır.
Şahsına ve duruşuna muvâfakat ettiğiniz sürece sorun yoktur ama müzâkere adına herhangi bir düşünce ya da yaklaşımını ele aldığınızda ve teşrih masasına yatırdığınızda, sevenlerini rahatsız etmesi muhtemel bir mâsum sözünüz bile yüreğinize yük olarak geri döner.
Hocaefendi’nin, Bediüzzaman’dan mülhem kendisini bir şakî gibi köşe bucak takip edenlere bile hakkını helâl ediyor oluşunda ifadesini bulan limitsiz hoşgörüsünün, onu seven ve duruşunu onunla refere edenlerce çok defa benzer yoğunlukla sahiplenilmediğine tanıklık edersiniz.
Hadi daha açık konuşalım; Hocaefendi’ye bağlı samimi mü’minleri incitmeniz için, aleyhlerinde plânlar tezgâhlayan ve her fırsat düşürdüğünüzde nefeslerini kesmeye çalışan nasipsizlerden olmanıza gerek yoktur; seslendirdikleri ve şahs-ı mânevî olarak sahiplendikleri bir düşünce ya da tasarrufa mesafeli duruyor oluşunuz ve üstelik bunu üslûbunca da olsa dillendirmeniz onları rahatsız etmeye yeter…
Hocaefendi’nin üslûbuna rengini veren hissî retorik, âcizâne benim de takdirimi celbeder; hakkını vermek lâzım: O, bize ağlayabilmeyi öğretendir. Sevenlerindeki fart-ı muhabbetin de, işbu duygusal bağlılıkla ciddi alâkası vardır.
***
Kendisine ulaşan ve yazıları çerçevesinde niyetini sorgulayan onca mesaj sahibine de iletmiş olduğu gibi, bu satırların yazarı, Fethullah Gülen Hocaefendi’yi sevmektedir.
Hayatının en ‘özlenilesi’ demleri, onu sevenlerin arasında soluk aldığı günlerdir.
Bugün, yürek burkan en küçük hâdise karşısında bile hislenebiliyor oluşunun, üzerindeki ‘Hocaefendi gölgesi’nin ürünü olduğunu teslim etmekten de imtina etmez.
Yapmakta olduğu şey de, sadece ve sadece anlamaya çalışmaktır.
Kendisini bir ilmî çaba ve arayış içinde bulduğu günden bu yana, yalnızca Hocaefendi’nin değil, her düşünce adamının fikrî müktesebâtını, İslâm ahkâmını mihenk alarak tartma eğilimindedir.
Hiçbir hissî ve mantıkî bağlılığın, hakikate hürmet söz konusu olduğunda ön plânda kalamayacağına da iman eder.
Birilerinin dediği ve düşündüğü gibi hınçla oturup, kinle kalkan bir nâdan da değildir.
Yazılarını, birileri inanmak istemese de hakikati yükseltmeye adamıştır.
Hakk’ın hatırını her hatırın üzerinde tutan bakış açısını hayatına rehber kılma uğraşı içindedir.
Muhataplarını ikna edebileceğinden emin değildir ama, birilerinin itham ettiği şekilde, Hocaefendi’nin sırtından popülarite kazanmaya çalışmak türünden pespâye tavırlara da iltifat etmez.
Kimseyle bir alıp veremediği falan yoktur.
Kendisinde bir ‘hesaplaşma’ niyeti vehmedenleri de daha insaflı değerlendirme yapmaya davet eder.
Tenkidini ifşâ ettiği gibi, takdirini de ketmetmez.
‘Güzel şeyler’e gözlerini kapamayı kadirnâşinaslık sayar.
Konuşulsun ister; eleştiriye kategorik olarak itiraz edilmesine anlam veremez; ilmî bir tartışmanın “ya bizdensin ya onlardan!” bayağılığına indirgenmesinden rahatsızdır.
Her anlama çabasını ve her ‘aykırı çıkış’ı düşmanlık olarak kodlayan bağnaz duruşla da sorunu vardır.
***
Sadede geleyim…
Bir konu üzerine yazacağım; bu girizgâh onun içindi…
Ahmet Kurucan’ın gündeme getirdiği ve Hocaefendi’den sâdır olan kadının dövülmesi ile ilgili değerlendirmelerden söz ediyorum.
Kurucan, yazısıyla alâkalı genel tepkileri ele alan üç yeni yorum yazdı Zaman’da…
Amacım bu konuyu tartışmak; çünkü bunu cidden önemli buluyorum.
Bunlar kısmetse öbür yazıya…
Ancak, bence daha önemli bir husus var ki, o da câmi kürsüsünden sorulara cevap verdiği dönemde Hocaefendi’nin ‘kadınların okuması’ bağlamında sorulan bir soru üzerine dile getirdiği düşünceler…
Hocaefendi o kasette bayanların okuması ile ilgili ilginç şeyler söylüyor ve bunlar benim de şu anda sahiplenip savunduğum görüşler…
Bu önemli değerlendirmeleri, bugünkü durumu da nazara vererek ele almayı düşünüyorum.
Mevlâ istikamet nasip ede…