Bediüzzaman, eserlerinde, hemen bütün büyük müellif ve ediplerden
farklı olarak
lâfızdan ziyade mânaya ehemmiyet vermiştir.
Mânayı, lâfza feda etmemiş;
lâfzı mânaya feda etmiştir.
Üslûpta okuyucunun bir nevi hevesini nazara almamış,
hakikatı ve mânayı esas tutmuştur.
Vücuda elbiseyi yaparken vücuttan kesmemiş,
elbiseden kesmiştir.
Risale-i Nur'daki aklı, kalbi, ruhu ve vicdanı celbeden ve hakikata râmeden
o İlâhî cazibedendir ki;
çoluğu - çocuğu, genci - ihtiyarı, avâmı - havassı o Nur'a koşuyorlar
ve o câzibedar Nur'un pervanesi oluyorlar.
Bu hakikatın parlak bir misali olarak
geniş bir talebe kütlesi, az zamanda din düşmanlarını titreten bir hale gelmiştir.
(Tarihçe-i Hayat - 697)