Soru
Marx'a göre, toplumlar evrim geçirir, ilkelden başlayarak, köleci,feodal,kapitalist ve en son komünist toplum olurlar. Üstad da "Beşerin başı ihtiyar; edvâr-ı hamsesi var. Vahşet ve bedeviyet, memlûkiyet, esâret, şimdi dahi ecîrdir, başlamıştır, geçiyor." diyor. Aynı sıralamayı yapıyor. Üstad Marxtan sonra yaşadığına göre, Marxın görüşlerini kabul mü etmiştir?
EL CEVAPKainatta Allah’ın koymuş olduğu bir tekamül yasası vardır. Bu tekamül yasası gereği her şey basitten mükemmele doğru ilerler ve gelişir. Bu yasanın yorumlanış gaye ve biçimleri ideolojilere göre farklılık arz eder. Materyalist felsefe olan Marksist felsefenin olayları ve kainattaki kanunları ele alış biçimi ile Üstadın ele alış biçimi çok farklıdır. Ama sonuçta her iki düşünce de kainat kitabını okuyup yorumlamaya çalışıyor. Yani aynı yere bakıp farklı konuşuyorlar. Bu yüzden aralarında benzeşme olacağı gibi farklılıklar da olacaktır.
Bilimsel hakikatlerin kökü derindir. İnsanların keşfi ile yeniden ve hiçten çıkıyor değildir. İnsanlar var olan şeyleri günü gelince fark ederler, yoksa hiçten ve yoktan bir şey ortaya koyuyor değillerdir. Sosyoloji insanlık ile başlar ama; tedvin ve ilim haline gelmesi süreç içinde olur. Her dönem aydınları bu ilme bir şeyler katarlar ve sonraki nesillere artı değer olarak aktarırlar. Sonraki aydın ve alimler ise bu birikim ve tecrübenin üstünde düşünürler biraz daha eskiye nazaran avantajlı olarak yeni değerler katmaya çalışırlar. Ve bu şekil müspet ilimler değer kazanarak ilerleyip giderler. Bu yüzden müspet ilimleri ve müspet verileri bir şahsa veya bir döneme tahsis etmek insafsız ve yanlış olur. Bugün tıp ilminin son halinde İbn-i Sina’nın da katkısı vardır. Aynı şekilde sosyoloji ilminin temelinde İbn-i Haldun’un da harcı vardır.
Müspet ilimlerin keşfetmiş olduğu müspet hakikatler, evrensel ve baki hakikatlerdir.Bu yüzden hiçbir şahsa ve hiçbir döneme tahsis edilemezler. İnsanlığın geçirmiş olduğu sosyal evrimler bilimsel bir hakikattir. Bu Marx dan önce de bilinen bir gerçektir. Marksist felsefe bu bilimsel hakikati kendi ideolojisinde yeniden şekillendirip farklı bir formata sokmuştur. Bunu yaparken de bilimsel hakikatin yanına bir çok safsata ve hurafeleri de iliştirmiştir. Hatta bu bilimsel ve evrensel tekamül yasasını insanlığın sınıf çatışmasında ve kavgasında ideolojik bir olgu olarak kullanmıştır. Yani doğru bir bilimsel hakikati, yanlış ve çirkin ideolojilerde araç olarak kullanmıştır. Marksın toplumsal evreler ve evrimler fikri, tamamı ile batıl ve yanlış değildir. İçinde bir dane-i hakikat vardır. Ama bu hakikati kullanarak vardığı sonuç ve hükümler batıl ve yanlıştır.
Marksa göre, insanlık gelişe gelişe, en sonunda sınıfsız ve statik bir evreye varıp donup kalacak ve insanlık misyonunu tamamlayacaktır. Yani bir çeşit gelişmek kanunu gelişimsizliğin hakim olduğu durağan bir toplumsal yapıya ulaşacak ve insanlar bir tarağın dişleri gibi her yönden eşit olacak diyor. Bu düşüncenin ve varılan bu neticenin ne kadar gayrı fıtri ve akıl dışı bir öngörü olduğu çok açık ve zahirdir. Zaten bu fikirlerinin hiçbirisi tutmamış, ideolojisi yetmiş yıl içinde tepe taklak olmuştur. Zira fıtri olamayan her sistem çökmeye mahkumdur. Marks doğru bir bilimsel veri ile yanlış bir netice çıkarmıştır.
Said Nursi ise bu bilimsel hakikati ve tespiti İslam inancı ölçülerinde kullanarak farklı bir sonuç ve farklı bir netice elde ediyor. Said Nursi’ye göre tekamül kanunu insanların fıtratına konulmuş olan nihayetsiz istidat ve kabiliyetlerin inkişaf ettirilmesinde bir faktör bir tetikleme aracıdır. Yani sınıfsızlaşmaya değil, bilakis mükemmel bir sınıfa doğru insanlık sevk olunuyor. Bu mükemmel sınıf içinde her insan bir tarağın dişleri gibi eşit değildir. Her insan farklı bir alem, farklı bir kabiliyet ve meziyet sahibidir. Ve bu farklılar sayesinde Allah’ın farklı bin bir ismi tecelli ile tebarüz eder. Bu farklılıklar İslam terbiyesi ile tekebbür, tefrika, istibdat’a değil; fazilet, tevazu, paylaşım ve adalete vesile olur. Üstat kainatta var olan tekamül kanununu böyle yorumlarken, Marks tam tersi yorumlamıştır. Demek önemli olan kanunları tayin ve tespit etmek değil, doğru ve gerçekçi tatbik etmektir.
Karl Marksın savunduğu her fikir batıl ve yanlış değil ki, onu savunmak yanlış ve batıl olsun. Doğrular ve hakikatler her kim ve nerden gelirse kabulümüzdür, kaidesi hayatımızın önemli bir kaidesi olması gerekir. Peygamber efendimizin “İlim Çin’de de olsa alın” demesi bu kaideye işaret içindir. Üstadın şu sözü çok hoş bir şekilde bu kaideyi özetler: “Fena ve fani bir adamın baki ve güzel bir sözü” niteliktedir. Bu yüzden Üstad’ın doğru bir fikirde Marks ile örtüşmesi bir eksiklik ve hata değil, tam tersi bir fazilet ve kemalattır.