İnsanın bu dünyaya gön­de­rilmesinin hikmeti ve gayesi Hâlık-ı Kâinatı tanımak ve Ona iman edip ibadet et­mektir. Ve o insanın vazife-i fıtratı ve fariza-i zim­meti, mârifetullah ve iman-ı billâhtır ve iz’an ve yakîn ile vü­cudunu ve vahdetini tasdik etmek­tir.» (Şualar sh: 100)
«Vicdanın anâsır-ı erbaası ve ruhun dört ha­vassı olan “irade, zihin, his, lâtife-i Rabbaniye” herbiri­nin bir gayetü’l-gàyâtı var:
İradenin ibadetullahtır. Zihnin, mârifetullahtır. Hissin, mu­habbetullahtır. Lâtifenin, müşahedetul­lahtır. Takvâ denilen ibadet-i kâmile, dördünü tazam­mun eder. Şeriat, şunları hem ten­miye, hem tehzip, hem bu gaye­tü’l-gàyâta sevk eder.» (Hutbe-i Şamiye sh: 136)
«Hakikat ilmini, hakikî hikmeti ister­sen, Cenâb-ı Hakkın marifetini kazan. Çünkü, bütün hakaik-ı mev­cudat, ism-i Hakkın şuââtı ve esmâ­sının tezâhürâtı ve sıfâ­tının tecelliyâ­tıdırlar. Maddî ve mânevî, cevherî-arazî, herbir şeyin, herbir insa­nın ha­kikati, birer ismin nuruna dayanır ve hakikatine isti­nad ederler. Yoksa, hakikatsiz, ehemmiyetsiz bir suret­tir.» (Sözler sh: 473)
«Hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce ne­ticesi, iman-ı billâhtır. Ve insaniyetin en âli mertebesi ve beşe­riyetin en büyük makamı, iman-ı billâh içindeki marifetullahtır. Cin ve insin en par­lak saadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki muhabbetullahtır. Ve ruh-u beşer için en hâlis sürur ve kalb-i insan için en sâfi se­vinç, o muhabbetullah için­deki lezzet-i ruhaniyedir.» (Mektubat sh: 222)