“En büyük hata, kendini hatasız zannetmektir.”1 Öyle diyor nefsi terbiyede gıpta edilecek büyük mesafeler kaydetmiş, örnek bir hayat sergilemiş büyük İslâm âlimi Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri.
Hamuru hata, kusur, eksiklik, yanlışlarla yoğrulmuş nefsi hatasız, kusursuz görmek en büyük hatadır. Onu temize çıkarmak, nefisten başka birşey düşünmemek elbette en büyük hatadır.
Maddeten ve mânen iyi, güzel, faydalı, mükemmel şeyleri elde etmede nefis bir binek olarak işimize yarar. Bizi rıza-ı İlâhiyeye götürmede bir araç olur. Nefis, aslında kötülüklerle değil,—çünkü kötülükler zehirli bala benzer—Rahmâniyetin cilveleriyle zevk ve lezzet alacak biçimde yaratılmıştır. Rızık veren, besleyip büyüten, felâketlerden koruyan, sonsuz merhamet sahibi bir Rabbin himaye ve muhafazası altında bulunan nefis, bu hakikatin idrakinde olduğu sürece nefsin hem kendi başı selâmette olur, hem de kişiye huzurlu bir hayat yaşatır.
Doğrusu bu iken onu hizmetçilikten efendiliğe çıkarmak, hizmetçiye köle olmak demektir.
Nefsinden başka birşey düşünmeyen, sürekli onu yücelten insan, aslında insan ismine dahi lâyık değildir. Çünkü, “Kimin himmeti yalnız nefsi ise, o insan değil. Çünkü, insanın fıtratı medenîdir. Ebnâ-yı cinsini mülâhazaya [diğer insanları da düşünmeye] mecburdur. Hayat-ı içtimâiye ile hayat-ı şahsiyesi devam edebilir.”2
Demek yaratılış itibariyle medenî olan insanın nefsini aşması, başkalarını da kendi gibi düşünmesi gerekiyor.
İşte bu eğitim bir ömür boyu gâye edinilecek ve üzerine binâ edilecek kudsî ve ideâl hizmetin temelini oluşturmaktadır. Nefsini aşamamış insanın başkalarına da elini uzatması mümkün değildir. Sağlam temellere oturtulamayan kudsî bir hizmetin müstakimane yürümesi mümkün değildir ve beklenilen sonuç alınamaz. Mağlûp edilmesi gereken ilk düşman o olduğuna göre o mağlûp edilmedikçe diğer düşmanlar nasıl mağlûp edilebilir?
İşin temeli işte budur ve işe temelden başlanılırsa netice alınır. Bütün mesele rezil nefse inat, İslâmın esas ve prensiplerine bütün gönlümüzle teslim olabilmektir. “Nefs-i emmârenin istibdad-ı rezilesinden selâmetimiz, İslâmiyete istinat iledir. O hablü’l-metîne, temessük iledir.”3
Evet, kopmaz bir kulb olan İslâmiyete sarılma, rezil nefsin istibdadından kurtulmamızı sağlayacaktır. Bu da kötülükleri nefisten, iyilikleri de Allah’tan bilmekle olur. Çünkü kötülüğü isteyen ve işleyen nefistir. Bu konuda bütün sorumluluk nefse aittir. İyilikler ise Allah’tandır. Çünkü iyiliği isteyen ve gerçekleşmesi için gerekli güç ve imkânları ihsan eden O'dur. Nimetler O'nundur. Bunun içindir ki iyilikler gururu değil, şükür ve hamdi gerektirir.
Dipnotlar:
1- Divan-ı Harb-i Örfî, s. 29; Tarihçe-i Hayat, s. 70.
2- Hutbe-i Şamiye, 52. 3- A.g.e., s. 75.