Tasavvufî yaşantıda öne çıkan bazı tarikatlar
NAKŞİBENDİYYE TARİKATI
a) Behâeddin Nakşbend (k.s.): Adı Muhammed b. Muhammed el Buharî’dir. 718/1218 tarihinde Buhara’ya 9 km. uzaklıkta Kasr-ı Hindüvan (Kasr-ı Ârifan)’da dünyaya geldi.
Nakşibend dünyaya geldiği zaman Hacegân Tarîkatı şeyhlerinden Muhammed Baba Semmasî (ölm. 740)1339) müritleriyle birlikte o köye gelmiş ve henüz çok küçük yaşlarda bulunan Nakşbend’i manevi evlatlığa kabul etmiştir. Baba Semmasî’nin müridi bulunan Emir Külâl’e: “Bu erin terbiyesi sana aittir.” dediği rivayet edilir.
Nakşbend her ne kadar Emir Külâl’e intisab etmişse de, kaynaklar onun gerçek şeyhinin, kendisinden çok sene önce vefat eden Abdülhalık Gücdevanî olduğundan bahsetmektedirler. Tasavvufta bu tip terbiye usûlüne “Üveysîlik yolu” ismi verilir.
Hacegân Tarikatı alenî zikri tercih etmiş ve Bahaeddin Nakşbend’e kadar bu tarikat alenî-güyen olarak bilinmiştir. Nakşbend ise “Hafi Zikri” ihtiyar etmiştir.
Semmasî’nin vefatından sonra oradaki dervişlerin sohbetlerine iştirak etmiştir. Baheddin Nakşbend, Emir Külal’den hilafet aldıktan sonra Yesevî şeyhlerinden Kasım Şeyh ve Halil Atâ ile tanışmıştır. Reşahat’ın beyanına göre Nakşbend, önceleri Mevlana Arif ile tanışmış, yedi sene onunla beraber olmuştur. Daha sonra Halil Ata’nın sohbetlerine devam eder ve oniki sene onunla birlikte olur.
Nakşbend’in Kasr-ı Arifan’da bir mescid yaptırdığı, mescid için sırtında bizzat kerpiç taşıdığı rivayet edilir. Bazı kaynaklarda Nakşbend’in devamlı Kasr-ı Arifan’da oturduğu fakat sık sık şeyhi Emir Külal ile sohbet amacıyla Nefes’e gittiği kaydedilir.
Bahaeddin Nakşbend, Kasr-ı Arifân’da hastalanıp, kısa bir müddet sonra yetmiş üç yaşında Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur. (Rebiü’l-evvel, Pazartesi, 791/ 3 Mart 1389)
Bahaeddin Nakşbend, Hanefî mezhebinde idi. Her fırsatta sohbeti tercih eder, sohbetlerinde ilim ve ahlâka büyük yer verirdi. “Tarikimiz Sohbettir.” derdi.(1)
b) Tarikatın Gelişmesi: Nakşibendî Tarikatı, Bahaeddin Nakşbend’in halifelerinden Alaeddin Attar, Zahid Bedahşî ve Muhammed Parsa tarafından çok geniş bir alana yayıldı. Yeseviyye Tarikati’nin bulunduğu beldelerde pek çok taraftar buldu. Bilhassa İmam Rabbani zamanında (ölm. 1034 h.) Hindistan ve havalisinde yayıldı. İmam Rabbani’nin oğlu Muhammed Ma’sum da ciddi bir tedris tezgahından geçerek, babasının mütedil tasavvuf yolunu devam ettirdi. Oğlu Şeyh Seyfeddin, halifesi Seyid Nur Mehmed Bedvânî ile tarikat, hem naklî, hem tasavvufî ve hem de müsbet ilimler tedris eden bir medrese, bütün halka açık bir müessese haline geldi.
Nakşbendi Tarikatı Fatih Sultan Mehmed zamanında, Übeydullah Ahrar’ın halifelerinden Molla İlâhî vasıtasıyla İstanbul’a geldi. Gulam Ali Dehlevî ve Ebu Said Müceddidî ile tarikat Hindistan’da kuvvetlendi.
XVIII. asırda Mevlana Ziyaeddin Bağdadi ile tarikat, Osmanlılar’da hem genişledi, hem de istikrar kazandı. Osmanlı Sultanlarının tarikate yakın ilgi duydukları tarihi kayıtlarda mevcuttur. Son Osmanlı Padişahı Vahdettin’in Nakşî ve Halidî olduğu rivayet edilir. Nakşilik tam anlamıyla sünnî bir tarikattır. Zikir ve adabında sükûnet ve mahviyet hakimdi.
Nakşi tarikatı; Türk kültürüne, halk mearifine, Anadolu vahdetine büyük hizmetleri geçmiş bir tarikattır.
Başlangıçta çeşitli kollarla gelen tarikat silsilesi, Yusuf Hemadanî’den sonra tek kol olarak devam eder. (öl. 1140)
Bu tarikat silsilesi, Hz. Ebubekir (r.a.)’den, Ebu Yezîd Bistamî’ye kadar SIDDÎKİYYE, Bistami’den Abdülhalık Gücdevani’ye kadar TAYFURİYYE, Gücdevani’den Muhammed Bahaeddin Nakşbend’e kadar HÂCEGANİYYE, Bahaeddin Nakşbend’den Ubeydullah Ahrar’a kadar NAKŞBENDİYYE, Ubeydullah Ahrar’dan, İmam Rabbanî’ye kadar NAKŞBENDİYYE-İ AHRARİYYE, İmam Rabbanîden Şemseddin Mazhar’a kadar NAKŞBENDİYYE-İ MÜCEDDİDİYYE, Şemseddin Mazhar’dan Mevlana Halid’e kadar NAKŞBENDİYYE-İ MAZHARİYYE, Mevlana Halid’den sonra NAKŞİBENDİYYE-İ HALİDİYYE olarak anılmıştır.
c) Tarikatın Temel Prensipleri: Hace Abdülhalık Gücdevani’den intikal ettiği rivayet edilen onbir temel prensib, tarikatın temelini teşkil eder.
1. Vukûf-i Zamanî: Manevi yolculuğa çıkmış müridin devamlı geçen zamanı değerlendirmesi, ona vakıf olmasıdır. Mürîd, bütün varlığı ile, boş vakit geçirmemeli, bütün zamanını iyi değerlendirmelidir. Her zaman Hakk’ı düşünmeli, O’ndan gafil olmamalıdır. Sözünü, işini kontrol etmeli, hayatına çeki düzen vermelidir.
2. Vukûf-i Adedî: Mürîd verilen dersin adedine de vakıf olmalıdır. Bahaeddin Nakşibend, kalbî zikirde adede riayetin, sadece hatırda mevcut olan, bir takım şeylerin zihinlerden uzaklaşması ile zikrin sağlayacağı neticenin gerçekleşmesini temin olduğunu belirtmiştir. Zikirden beklenen esas gaye, zikredenin kalbinin Allah ile huzur bulmasını temindir.
3. Vukûf-i Kalbî (Kalbi ayık tutmak): Zikreden kimse her zaman gönlünü Allah’a karşı uyanık tutmalıdır. Bu sayede masivaya karşı duyulan aşırı sevgi azalır.
4. Hûş Der Dem (Nefes alıp verirken gaflette olmamak): Hûş, akıl, dem ise nefes demektir. Hûş derdem ise, nefes alış verişte uyanık olmak, gafletten korunmaktır. Nefesleri gafletten korumak, kalbi huzura kavuşturur.
5. Nazar Ber Kadem (Ayağa Nazar): Yürürken önüne bakan kimse, masiva ile fazla meşgul olmaz, etrafa bakıp dalmak kalbi perdeler. Salik bu sayede ağyara bakmaktan uzaklaşır. Önüne bakan kimsede alçak gönüllülük hususiyetleri kuvvetlenir. Ayrıca ‘Nazar ber kadem” salikin kendisinden yüksek olanlara bakıp, isyankâr olmaması, aşağıdakileri görerek şükretmesi ve onlara gücü nisbetinde yardımda bulunması demektir.
6. Sofer Der Vatan (Hak’tan Hakk’a Sefer): İnsanın kötü huylardan, beşeri sıfatlardan, güzel huylara; insanî sıfatlardan, meslekî sıfatlara sefer etmesi, ahlaki olgunluğa kavuşmasıdır. Dervişlerin feyz alabilecekleri birini buluncaya kadar sefer etmesine de bu isim verilmiştir.
7. Halvet der Encümen (Toplulukla Halvet): Maddi varlığı halk ile meşgul olurken, gönlün hak ile huzur bulmasıdır. Bahaeddin Nakşbend; bu tarikatın “halvet der encümen” temeli üzerine kurulduğunu söyler.
8. Yâd Kerd (Zikretmek) İnsanın, murakabe mertebesine ulaştıktan sonra nefy ve isbatı belli bir müktar dil ile yapmasıdır.
9. Bâz Geşt (Dönüş): Nefesini tutup, nefy ve isbat zikrini (La ilahe illallah) yaptıktan sonra, nefesini bırakırken “ilahi ente maksûdî ve rızaike matlubî” cümlesindeki manayı düşünmektir.
10. Nigh Daşt (Muhafaza): Zikir yapanın kalbine sahip olmasıdır. Böylece kalbi nefsanî düşüncelerden, kalblere vesvese veren herşeyden kurtarmak ve korumaktır.
11. Yâd Daşt (Yadetmek): Allah’ı devamlı düşünmek, hatırdan masivayı atmaktır.
Bu tarikatte müridin vazifeleri, nefsine karşı vazifeleri, zikir, rabıta, Hatm-i Hacegan’ın ne şekilde olacağı mufassal olarak açıklanmış ve kayıt altına alınmıştır. Anadolu’da en çok yaygın olan tarikattır diyebiliriz.
KADİRİYYE TARİKATI
a) Abdü’l-Kadir Gîlani (k.s.) künyesi Ebu Muhammed, lakapları Muhyiddin’dir. Ayrıca “Bazu’l Eşheb” lakablarıyla da şöhret bulmuştur. “Gavsu’s Sakaleyn” ismiyle de anılır. Nesebi Hz. Ali (r.a.)’a dayanır. Babasının adı Ebu Abdullah, annesinin Fatıma’dır. “Ümmü’l Hayr” künyesiyle ve “Aminetü’l hıyar” lakabıyla meşhurdur
1077-78 tarihinde İran’ın Gîlan şehrinde dünyaya geldi. Abdülkadir doğduğu zaman, annesinin altmış yaşında olduğu rivayet edilir. Meşayihin büyükleri arasında bulunan babasını küçük yaşlarda kaybetti. 18 yaşlarında iken Gîlan’dan çıkarak, tahsil için Bağdat’a geldi. İntisapları Ebû Said el Mübarek b. Ali el Mahzûmiye’dir. Şeyh Hammad Debbas, Ebul Vefa ve Ebu Salih gibi zatlarla sohbet etti. Gîlani, imam Ahmed b. Hanbel mezhebine mensup idi. Abdül Kadir Gîlani hazretleri Ebu Said Mahzumi’den fıkıh, Ebu Bekr b. Muzaffer ile diğer meşhur muhaddislerden hadis dinledi. Sonraları Ebu Zekeriyya et Tebrizî’den edebiyat okudu. Ahmet Debbas ile sohbet edip, kendisinden tarikat aldı. 1134 tarihlerinde Ebu’s Sa’d Medresesi’nde ders verirken Usul-i Fıkıh ve Tasavvufa ait bazı kitaplar yazdığı rivayet edilir. Gîlani hazretleri 1167 tarihinde Recep ayının sekiz veya dokuzuncu günü yatsı namazından sonra vefat etmiştir. Kabirleri Bağdat’ta Bâbü’l Dere Medresesi’ndedir.(2)
Abdülkadir Gîlani hazretlerinin halifesi Şeyh Ebu Medyen Mağrîbî, Şuayb b. Hüseyn, Seyyid Seyfettin Abdü’l Vahhâb, Şeyh Muhammed Şemseddîn, Ebu’l Abbas Arif, Şeyh Seyyid Seyfeddin Abdürrezzak, Şeyh Bekâ, Şeyh Ali b. Hinî, Muhammed İbn Kayyi dil-Elvanî, Ebû Suud b. Şiblî, Kadı b. Elvan Mavsılî, Yunus Kassab. b. Haşimî’dir.
Son derece açık, süratli ve akıcı bir hitaba sahip olan Abdülkadir Gîlani’nin irşatlarından doğrudan faydalananların sayısının yüzbini aştığı rivayet edilir.
b) Kadiriyye Tarikatında Zikir Telkini: Tarikate girmiş olan müride zikir telkini şeyhi tarafından şu şekilde yapılır: Önce şeyhi üç kere Fatiha Suresi’ni okur, sonra Mübayaa ayetini tilavet eder ve üç kere “Estağfirullah el azîm ve etûbû ileyh” der. Şeyh daha sonra sağ eliyle müridin sağ elini tutarak ona telkinde bulunur ve şöyle der: “Ben Allah’a, Meleklerine, Peygamberine şehadet ederim. Şüphesiz ben Allah ve Rasulüne, bütün günahlarımdan dolayı tevbe ve Rasulünün emirlerine imtisal, yasaklarından ictinab Hakk’a ibadete gayret ediyorum. Takatim nisbetinde fakir ve düşkünlerin hizmetine koşmamın en büyük vazife olduğuna inancım tamdır. Abdülkadir Gîlani hazretleri, dünya ve ahirette bizim Şeyhimiz olsun. Bu ikrarımıza Cenab-ı Hak şahittir.”
Daha sonra Şeyh telkine başlar ve şöyle konuşur: “El Şeyhimizin elidir. Sizin örnek tutacağınız zât Seyyid Şeyh Muhyiddin Abdülkadir Gîlani (k.s.)’dır. Ahid Allah ve Rasulü iledir.”
Daha sonra mürid dizleri üzerine çöker ve gözlerini kapar. Şeyh üç kere “Kelime-i Tevhid”i tekrar eder. mürid de takip eder. Daha sonra makas getirilir ve müridin alnından saç kesilir. Bu hal masîva ile müridin kalbî bağının kesildiğinin sembolik bir göstergesidir.
Kadiriyye tarikatında şeyh ile müridi arasında akdedilen bu anlaşmadan ve biatten murad, biat özelliklerinin şeyh tarafından müride öğretilmesidir. Bu bir mübayadır. Mübaya lafzı altı harften meydana gelir. Bu harflerden herbiri bu tarz anlamlarındırılır.
(Mim): Allah’ın bâki, nefsin fani, mürşidin kemal sahibi olduğunu bilmektir.
(Be): Kalbin Allah ile, cesedin ibadet ile zatın mürşide hizmetle ayağın İslam’a uymakla beka kazanmasıdır.
(Elif) Mirac ile ruhun hadis olması, her zaman verilen sözü yerine getirme, mürşidin söz ve davranışlarına içten inanmaktır.
(Ye): Sebat, bütün hallerde ihlasın kaynağı bulunduğu intabını uyandırmak.
(Ayn): Uluvv-i himmet, gayra adem-i muvafakat ve sağlam bir kalbe sahip olma.
(Te): Doğruluk, tevekkül, tahakkuk ve tahkîk ehli olmaktır.
Mübayadan sonra mürşidin müride öğretmesi gereken husus olan sırrıdır. Bu sır da, müridin, mürşîdinin elini Rasulünün, Rasulünün elini Allah’ın eli bilmesidir.
Müridin mürşidine teslim olması ona itiraz etmemesi, hatta kendisinden çok sevmesi de bu akdin icabıdır.
Kadiri tarikatında cehrî zikir esastır. Önce lisan ile başlayan zikir daha sonraları nefis, kalb, ruh, sır, hafî ve hafiyyu’l-hafî tarzında gelişir.
Kadiri tarikatı Anadolu’da Nakşî tarikatından sonra en yaygın tarikattır denilebilir.
4. BEKTAŞÎLİK
Hacı Bektaş-ı Veli (öl. 1270-71)’ye nisbet edilen tarikata verilen ad. Hacı Bektaş, Bektaşîler arasındaki geleneğe göre, Hz. Ali soyundan olup, altıncı imam Musa el Kazım neslinden gelmiş ve Lokman-ı Darende isimli bir mutasavvıf tarafından yetiştirilmiştir. Ahmed Yesevî ile görüşmüş ve Onun manevi işaretleri üzerine Anadolu’ya geçmiş ve bugün türbesinin bulunduğu Hacı Bektaş’a yerleşmiştir. Burada bir çok derviş ve halife yetiştirmiş ve irşad için çeşitli yerlere göndermiştir. Bektaşîliğin ilk dönemleri hakkında fazla bilgi sahibi olmamamıza rağmen, son zamanlarda daha çok Şiî ve Batınî bir hüviyet kazandığını görüyoruz.
Bektaşîliğin en önemli özelliği Türkler arasında yayılmış olmasıdır. Yeniçeri ocağının kurulmasıyla belirli bir mahiyet kazanan bu tarikatın yurt dışında yayılması da yine Türkler kanalıyladır.
Özellikle Hurûfîlik, Babaîlik, Ahîlik ve Abdallığın etkisinde kalan bu tarikat, Kalenderî, Haydarî, Semaî, Şiî ve çeşitli batınî toplulukları arasında barındırmış, onlarla ilişkileri olmuştur. Bektaşîliğin her zümreye kucak açması ve değişik toplulukları içinde barındırması sonucu yaygınlığı artmış, Sırbistan, Arnavutluk, Romanya, Bulgaristan, Macaristan içlerine kadar yayılmıştır. II. Mahmud döneminde yeniçeri ocağının kaldırılmasıyla Bektaşîlik hayatiyetini kaybederek 30 Kasım 1925’te tekkelerin kapatılması sonucu gücünü büyük ölçüde yitirmiştir.
Bektaşîlik iki ana kola ayrılmaktadır. Birinci kola “Bel evladı” veya “Bel oğlu” adı verilmektedir. Bunlara daha sonra “Çelebîler” denilmiştir. İkinci kola “Yol oğlu” denilir. Bunlara “Babağan” veya “Babalar” kolu denir. Çelebiler kendilerini Hacı Bektaş-ı Veli’nin soyundan geldiklerini idda ederken “Babalar” gerçek bektaşîlerin kendileri olduğunu söylerler. Zaman zaman aralarında kavgalar, tartışmalar olmuştur.
Bektaşîlikte müritler derecelerine göre beş kısımda ele alınırlar. Bunlar: Muhiblik, Dervişlik, Babalık, Mücerredlik ve Halifeliktir. Bunlar bektaşîlikte aynı zamanda birer makam olup halifelik en son makamdır.
Bektaşîlikteki dört temelin her birine “kapı” adı verilir. Bunlar şeriat, tarîkat, marifet ve hakikat kapılarıdır. Bu kapıların her birine ait 10 makam vardır.
Bektaşîliğin kendisine özgü gelenekleri ve adetleri vardır. Bektaşîlikte alevîliğin iç içe girmesi, Bektaşîliğin bozulmasına neden olmuştur. Bazı haramlar helal kabul edilmiş, ayinlerde şerbet içilirken şarap içilmeye başlanmıştır.
Bazı hayvanlara karşı ilgisiz davranırlar. Tavşan eti yemezler. Baykuşu uğursuz, turnayı hayırlı kabul ederler. Güvercin beslerler. Müritler, bıyıklarını ve sakallarını uzatırlar. 12 imama nisbetle 12 dilimli tac giyerler, göğüslerine 12 dilimli taş takarlar. Karı ve koca birbirlerini boşamazlar.(3)
Haririzâde’nin “Tıbyânü’l (vesail)”inde
1. Muhammediyye
2. Sıddîkiyye
3. Ömeriyye
4. Osmaniyye
5. Aleviyye zikredilirken Tarikatler başlığı altında 200’e yakın tarikatin ismi geçmektedir.
Ülkemizde Tasavvuf ve Tarikatler birer realitedir. Bunları yok saymak veya yasaklamakla varılacak bir yer yoktur. Bu realiteye uygun bir sosyal ve kanunu düzenlemenin yapılması, ülkemizde birlik-beraberlik ruhunu daha da pekiştirecek ve Halk-Devlet kaynaşmasına olumlu katkılarda bulunacaktır.
Kaynaklar
(1) Dr. Selçuk Eraydın “Tasavvuf ve Tarikatler, s. 433
(2) A.g.e., s. 520
(3) Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, c. 1, s. 145 [/color]