«Gaye-i hayal olmazsa enaniyet kuv­vet­leşir
Bir gaye-i hayal olmazsa, yahut nisyan basarsa, ya tenâsi edilse elbette zihinler enelere dönerler, etrafında gezerler.
Ene kuvvetleşiyor, bazan sinirleniyor. Delinmez, tâ “nahnü” olsun. Enesini sevenler başkalarını sevmezler.» (Sözler sh: 708)
«Bu musibet zamanında ihlâsı kaçırdığınız­dan ve rıza-yı İlâhîyi münhasıran gaye-i maksat yapmadığınız­dan, ehl-i hakkın bu zillet ve mağlûbiyetine sebebiyet verdiniz.» (Lem’alar sh: 156)
«Müttefekun aleyh olan makasıd-ı âliyeye nazar et­mektir. Çünkü, ALLAH’ımız bir, Peygamberimiz bir, Kur’ân’ımız bir… Zaruriyat-ı diniyede umumumuz müt­tefik… Zaruriyat-ı dini­yeden başka olan teferruat veya tarz-ı telâkki veya tarik-i tefeh­hümdeki tefavüt, bu ittihad ve vahdeti sarsamaz, râcih de gelemez. El-hubbu fillah düstur tutulsa, aşk-ı hakikat harekâtımızda hâ­kim olsa—ki zaman dahi pek çok yardım ediyor—o ih­tilâfat sahih bir mecrâya sevk edilebilir.
Esefâ, gaye-i hayalden tenâsi veya nisyan olmakla, ezhan ene’lere dönüp etrafında gezer­ler. İşte gaye-i ha­yal, maksad-ı âli bütün vuzu­huyla meydana atılmıştır.» (Sünuhat Tuluat İşarat sh: 83)
Bu vecizenin beyan ettiği hakikat, gayet ciddiye alın­malıdır. İnsan için kendisini ona bağladığı ebedî bir gayesi olmazsa, kendi hayatını kendisine gaye yap­maktan başka bir şık yoktur. Böylece insan faniyatta bo­ğulur gider.
Müslümanda bulunması gereken meşru gaye-i ha­yal, hami­yet-i diniye olarak tezahür eder.
Bu hamiyete sahib olan şahsın, derecesi nisbe­tinde millet-i İslâmın küçük bir nümunesi olduğunu söyleyen Bediüzzaman Hazretlerinin birkaç veciz ifade­leri aynen şöy­ledir:
«Kimin himmeti milleti ise, o kimse tek ba­şıyla küçük bir millettir.» (Hutbe-i Şamiye sh: 59)
«İnsanın kıymetini tayin eden, mahiyetidir. Mahiyetin değeri ise, himmeti nisbetindedir. Himmeti ise, hedef ittihaz ettiği maksadın derece-i ehemmiyetine ba­kar.» (İşarat-ül İ’caz sh: 75)
«Maksadın büyümesiyle himmet de büyür. Ve hamiyet-i İslâmiyenin galeyanı ile ahlâk da tekemmül ve teâlî eder.» (Divan-ı Harbî Örfî sh: 52)
«İnsanın kıymet ve mahiyeti, himmeti nispe­tin­dedir. Himmetin derecesi ise, maksat ve iştigal ettiği şeyin nispetindedir. Hem de insan teveccüh ve kastet­tiği şeyde, güya fena fi’l-maksat oluyor.» (Muhakemat sh: 127)
Bunun gibi ifadeler, ideal sahibi bir dava adamı ol­ma­nın üs­tün derecesini nazara verir. Evet kendi ha­yatını, şahsî rahat ve menfaatını ve enaniyetini ken­dine gaye yapan ki­şinin çok basit kalacağını bildiren Bediüzzaman Hazretleri şu hususa hasseten dikkat çe­ker:
«Herkes “Nefsî, nefsî” demekle ve milletin men­faatini dü­şünmemekle, menfaat-i şahsiyesini dü­şünmekle, bin adam, bir adam hükmüne sukut eder.
Yani, kimin himmeti yalnız nefsi ise, o insan de­ğil. » (Hutbe-i Şamiye sh: 59)